“Eylül, kırılgan mevsim!
Cam hançeri güzün
Dağılırdı kalbimde
Birden gecenin ve gündüzün
Perdesiyle örtülürdünüz
Tenhâyla ve tül
dolardı içim… Eylül!”*

Güz kapıyı çalıyor. En sevdiğim aylardandır Eylül. Ağırbaşlı hüznüyle, sarıdan kırmızıya şölen gibi renkleriyle, kanatlanıp uzaklara yol alan leyleklerin, turnaların özgürlüğüyle, barış güvercinlerinin umuduyla serin esen yelin hafifliğiyle geldi yine Eylül.

Hafiflik diyorum ama Eylül’ün bagajı bir o kadar ağır. Irkçılığın, faşizmin soluğunu, alabildiğine ensemizde hissettiğimiz günlerde ancak geçmişte yaşananları iyi anlamakla hafifleyebiliriz.

Barışın simgesi “ölümsüz ağaç” zeytinin gövdesi birbirinden bağımsız, farklıköklerden oluşmuş bir kümeden oluşur. O küme yaşamdır. Aştır, verimdir, gölgedir, dirençtir, zarafettir. Geçmişten bugüne birbirine sarılarak tek gövde oluşturan köklerimizi inkâr ederek yurttaşlarımıza, komşularımıza, dostlarımıza kör bir milliyetçilik dürtüsüyle yapılan saldırı 1955’ten bu yana bizi azaltan, yalnızlaştıran, eksilten yönleriyle bu topraklarda yakamızdaki utanç. Yakın tarihimizin asla yüzleşilmeyen acılarından bugüne varan nefret kültürünü, bizi ayıranları ve örgütlü kötülüğü bütünleşik yorumlamalıyız. Birbirine sarılan ve iyiliği örenlerle, kötülüğü örgütleyenlerin karşıtlığını kavrayarak rahatlıkla 6-7 Eylül’de yaşananlarla 12 Eylül faşist darbesi arasında fark olmadığını görebiliriz. Bugün Alevilere, Kürtlere, aydınlara, lâikliğe, çağdaş yaşama yönelik öfke ve hedef alış 50 yıl önce yitirdiğimiz güzel insanları vatanlarından eden nefretten, ama daha da çok hesaplaşılmamış, yüzleşilmemiş geçmişten alır gücünü.

Benzer bir öfkeyle bizden alınan Hrant Dink “doğrusu, tarihsel olaylara ilişkin doğru tavır takınmanın, 'kimlikten kaçınma'yla ya da 'kimlikle araya mesafe koyma'yla gerçekleşebilecek yegâne tutum olduğunu düşünmüyorum. Sorun, kimliğin de farkında olarak doğru tavır alabilmeyle ilgili ve bunun da adına demokrat duruş diyorlar. Yolu yöntemi de gayet basit. Gerektiğinde, her fırsatta, kendi kimliğini de sorgulayabilmek ama o kimliğe de sonuna kadar sahip çıkma cesaretini göstermek. Ve de tarihte kendi kimliği açısından da yaşanmış bir olumsuzluk varsa, bunun farkında olmak ve bir sorumluluk duygusu hissettiriyorsa gereğini yapmak” diyordu. Bugün bizi yönetenlerde hiçbir zaman olmayan bu içten ve cesur tavrın muhalefetin yaklaşımına samimi şekilde yansımasıyla eşit, adil ve barış içinde yaşayabileceğimizi biliyorum. Eksikliğinden acı duyduğum bu kavrayışı taşıyarak eşitlik mücadelesi içinde yer almayı sürdürüyorum.

12 Eylül akşamı “su haktır” diyerek halka ücretsiz su sağladığı için yargılanan Dikili’nin efsane belediye başkanı Osman Özgüven’in kurucusu ve onursal başkanı olduğu Ege Barış ve İletişim Derneği yönetimi olarak İzmir Büyükşehir Belediyemizin desteğiyle bir barış etkinliği düzenledik. Ege ve Akdeniz’den yola çıkarak dünya barışına katkıda bulunmayı amaçladığımız derneğimizin başkanı ve önceki dönem Ankara /Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık; bu etkinliğin 12 Eylül günü yapılması ile ilgili tercihimizi “12 Eylül hazırlanışı, uygulanışı hatta post etkileri ile Türkiye’yi yapı bozumuna uğratmış, toplumsal fayları derinleştirmiş, birlikte yaşama kültürünün ve iç barış ortamının parçalanmasına yol açarak 11 Eylül’de Şili’de ne yaptıysa 12 Eylül’de Türkiye’de onu yapmış, bugünün tohumlarını atmıştır” sözleriyle dile getirdi.

Bu anlamlı etkinlikte derneğimizle aynı dönemde Midilli’de kurulmuş olan Ege’de Birlikte Varolma ve İletişim Derneği Siniparxi'nin Başkanı ve kurucusu StratisPallis, eski başkanlar Christina HadzidakiPavlis veYannisPavlis yolladıkları video seslenişinde, Türkiye ve Yunanistan halklarının barış içinde, bir arada yaşamalarının ve dayanışmalarının önemini vurguladılar; "Bugün sizlerle bir aradayız, yarın da birlikte olacağız. Yaşasın Türkiye ve Yunanistan halklarının barış içinde bir arada yaşaması" mesajını ilettiler.

İki yakadan Türkiye ve Yunanistan'dan sanatçıların birlikte sahne aldığı MAZİ (birlikte) Konserinde Evrim Ateşler ve SofiaPapazoglou ekipleriyle iki toplumun ortak değerlerini içeren eserlerin yaşanmış öykülerini müzik ve danslar eşliğinde barış mesajları ile aktardılar. Hüzünlerimiz ve sevinçlerimizin ortaklaştığı notalar ve sözlerle Ege kıyılarında dolaşan ruhlarımız bir gecelik olsun dinlendi. Yüksek sesle ve duygu birliğiyle “biz inanıyoruz ki Ege halkları için barış ve dayanışma, yaşamanın en güzel yoludur. Ege ve Akdeniz’de ne gerilim, ne çatışma, ne savaş, sadece barış; eşitlikçi hakkaniyetli, insanca bir yaşam için güven, saygı, sabır, iş birliği ve dayanışma istiyoruz. Ege’de birlikte biz olmak istiyoruz. Ege’de barış bize iyi gelir!” dedik.

***

Bu yıl Eylül hüzünlerimize bir yenisi eklendi. Tüm yaşamı dünya barışı için mücadeleye adanmış işgale direnmiş, darbeciler tarafından yargılanmış, tutsak ve sürgün edilmiş ama duruşundan ödün vermemiş bir devrimci, usta müzisyen MikisTheodorakis bu dünyaya veda etti. Theodorakis’in bestelerinden O Kaimos’u babam çok severdi. Çocukluğumda evimizde pikapta ustanın Maria Farantouri ile kaydettiği plak bir dönem neredeyse her gün dinlenirdi. Kaymos kelimesinin Türkçe’de tam karşılığı yok. Acı, umutsuzluk, yoksunluk, kayıp, kaygı ve benzer duyguları tek bir sözcükle tarifleyenKaymos belki de bu yazıda anlatmak istediklerimi de tek sözcükle ve Theodorakis’in olağanüstü müziğiyle bütünleşik anlatıyor. Çok bizden, çok bizim gelir bana bu şarkı.

Benim de köklerim Mora’dan, Girit’ten bu cennet vatana, İzmir’e uzanmış, bütünleşmiş. Bize yaşatılanların yüreğimdeki ağırlığı kaymos kelimesinin içerdiği acı ve utançla tarif edilebilir. Bugüne dair umudumsa Ahmet Telli’nin dizelerinde:

“Bu kahrolası tarraka
bitecek gibi değil sokaklarda
Çekip kapıyı çıkmak en iyisi
dalmak caddelere, varoşlara

Belki o zaman Eylül

şaşırtmayacak bizi

Bulup çıkaracağız çünkü

evrenin öteki yüzünü.”

*Hilmi Yavuz/Eylül