Bir musibet bin nasihatten iyidir, deyimi hiç bu kadar içinde bulunduğumuz hali açıklayamazdı. Komplo teorilerinin alıcıları hızla azalıyor, aşı karşıtlarının gıkı çıkmaz oldu. İnsanlar akıl ve bilime yine, yeniden yöneliyorlar.

Bir gerçeği açıkça söyleyeyim; Sağlık Bakanı bu günlerde “tam bir doktor” oldu. Korona Bilim Kurulu çok iyi çalışıyor. Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü program son derece akılcı ve bilimsel. Başta Bakan Koca, tüm meslektaşlarımı kutluyorum. Son Cuma namazı ve Umreden dönenlerin karantinaya alınmasındaki gecikme, olasılıkla Bakanın Saray ve ekibini ikna etmekte zorlanması nedeniyle oldu. Ama gecikmeli de olsa ikna edebilmiş olması önemli. Bir kaç şarlatan dışında medyaya çıkan doktorlar son derece sorumlu davranıyorlar. Medya yöneticileri de panik haberciliğinden yavaş yavaş da olsa kamucu, sorumlu haberciliğe geçmeye başladılar.

Hakikat öyledir. Karşı koyamazsınız.

Bir kez daha doğayla savaşmak, onu yenmek gibi “doğanın efendisi insan” merkezli düşünceden sıyrılıp, doğayla barışık ve bir arada yaşamamızın zorunlu olduğu bir düşünce devrimine yönelmemiz gerektiği de ortaya çıktı. Bulaşıcı hastalıklar insanlık tarihi boyunca hep oldu. Hatta insan türü ortaya çıkmadan önce de vardı. Bakteriler ve virüsler insan türünden daha yaşlılar. Onları çığırından çıkaran insanlık daha doğrusu kapitalizm.

Kapitalizm, sadece doğaya düşman değil, insana da düşman; bu günlerde çok daha açık seçik ortaya çıkıyor bu hakikat. Kamucu olmayan sağlık hizmetinin bulaşıcı hastalıklar karşısında düştüğü sefil durum, eğitim ve sağlığın insanın bireysel sorumluluğu ve “gücüne” bırakılmasının ne denli insanlık dışı olduğunu da gösteriyor.

“Bir arada dayanışarak yaşayan insan kardeşler”in sosyalizminin, “kendinden başka hiç bir değer tanımayan” kapitalist bireycilikten çok daha ahlaki ve hayattan yana olduğu da görünür oluyor. Kucaklaşmadan da dayanışabileceğimizi, bir araya gelmeden de birlikte hareket edebileceğimizi göreceğiz. Yaşayabilmenin kendimizi korumakla değil, ancak ötekini korumakla mümkün olabildiğini de öğreneceğiz.

Covid -19 öyle ya da böyle er ya da geç dünya nüfusunun çok büyük bir bölümüne erişecek. Virüsün bulaştığı insanların % 80’i çok az belirtiyle ayaktan geçirecekler hastalığı ve bağışıklanacaklar. Ama kendisi çok hafif geçirecek olandan bulaşan virüs bulaştığı ötekini çok daha ağır hastalandırabilecek, bir bölümünü de öldürebilecek. Öyle ise bize bulaşmasını önlemeye çalışmak yerine biz de olması muhtemel olanın bir başkasına bulaşmasını önlemeye çalışırsak, salgını en az kayıpla geçirmemiz mümkün olacak.

Kendimizi potansiyel taşıyıcı olarak kabul edip, bizden bir başkasına geçmesini önlemeyi temel amaç edinirsek salgının risk gruplarına zarar vermesini engelleyebilmemiz mümkün olabilecek. Demem o ki yaşlıları, yoksulları, umreden dönenleri, zorunlu olarak çalışmak zorunda olanları tehdit değil, korumamız gereken “kardeşlerimiz” olarak görmeliyiz. Kendimizi onlardan değil, onları kendimizden korumalıyız.

Öyle ise gereksiz yere test yaptırmaya çalışarak test araçlarının tükenmesine; gereksiz yere maske takarak zorunlu maske ihtiyacı olanların maskesiz kalmasına; hastanelere gereksiz yere başvurarak sağlık ekiplerinin ağır vakalara müdahale etmesini zorlaştırmaya neden olmamalıyız. Dezenfektanları, kolonyaları stoklayarak insanları korunmasız bırakmamalıyız.

Risk gruplarını dışlamak yerine onları bizden korumalıyız. Sosyal mesafe, birlikte hareket etmemek demek değil. Kendimi senden korumak için değil, seni benden korumak için aramıza mesafe koyuyorum, ilkesine uymalıyız.

Tarihte her salgın, insanlığı biraz daha akıl ve bilime yaklaştırmış. Her salgın insanlar birbirlerini düşman olarak değil de ortak hareket etmesi gereken yoldaşı olarak görebildiğinde sonlandırılabilmiş.

Haydi, tam da bizim hayatımızın ancak ötekinin varlığında mümkün olabildiğini bize anlatan dayanışma zamanına.