İnsanların gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar. Öyle ki, bir siyasi cambazlıkla muğlak doğruların arasına sıkıştırma gereği bile duymadan düpedüz yalan söylüyorlar. Hız çağında söyledikleri her yalan anında ortaya çıkıyor. Konuşmalarını bitirip aldıkları tepkiye baktığı anda bütün yalanlarının ortaya çıktığının da farkındalar. Daha önce defalarca olmuş. Yalanlarına kimsenin inanmadığını biliyorlar.

Yine de hiç bir şey olmamış gibi ortaya çıkan bir yalanlarıyla ilgili daha katmerli bir yalan söylüyorlar. Üzerini örtme çabasından değil yalanlara devam etmeleri. Yalan söylüyor olmaktan en küçük bir utanma, suçluluk duygusu hissetmiyorlar. Ar damarı çatlamış, sözü bile tanımlayamaz onları. Handiyse, zevk alıyorlar yalan söylemekten.

Orman yangınlarıyla ilgili bakanın açıklamalarına bir bakın. Söylediği her ne varsa yalan olduğu anında ortaya çıktı. Diyarbakır’daki bir önceki kayyumu düşünün mesela. Adnan Selçuk Mızraklı, göreve geldiğinde kayyumun makam odasına yaptırdığı “hela”nın görüntülerini paylaştı. AKP’den ya da kayyumlardan alınan belediyelerin yolsuzlukları bir bir ortaya döküldü. Melih Gökçek’in belediyenin araçlarını, korumalarını, şoförlerini, kamera sistemlerini görevden alındıktan sonra da kullanmaya devam ettiği ortaya çıktı. Ravza Kavakçı’nın elektrik mühendisi olarak girdiği İstanbul Belediyesinden aynı gün ABD’ ye siyaset bilimi doktorasına burslu gönderildiği, döndükten sonra da milletvekili olmasına rağmen belediye maaş bordrolarında adına maaş ödeniyor olduğu ortaya çıktı. Türk-İş başkanı kameraların kaydettiği görüntülerde söyledikleri için söylemedim diyor.

Hadi yargı bu insanlar için bir işlem yapmıyor, onu geçelim. Olağan koşullarda insan içine çıkamaması gereken bu kişilerin zerre umurlarında değil düştükleri hal. Yalancılıklarının bir bedeli olmayacağını bilmenin pişkinliğindeler. Hesap vermeleri gereken “reis” dışında ne bir kimse ne bir kurum, ne de bir güç var. O rahatlıkla doğruyu söyleyenleri de yalancılıkla suçlamaktan geri durmuyorlar. Eylemlerinin sorumluluğunu zerre kadar almıyor, onlara verilen yetkinin yükümlülükleri onları ilgilendirmiyor, o yetkinin tadını çıkarıyorlar sadece.

RTE’yi “reis” yapan, güçlü kılan ve gücünü yeniden üreten en önemli özelliği, en işe yaramayacak, en vasıfsız olanlara güç bağışlaması. Olağan koşullarda “hiç bir şey” olamayacağını bildiği insanları seçmekte çok becerikli. Kimin güçle büyüleneceğini çok iyi seziyor. Yıllar önce Başbakanken, 23 Nisan koltuğuna oturan çocuğa söylediği “Artık Başbakansın her istediğini yapabilirsin, astığın astık kestiğin kestik” sözünü bir yönetim ilkesi haline getirdi. Yetki verdiği insanlara, sadece bana karşı sorumlusun, benim dışımda kimin ne dediğini umursamana bile gerek yok mesajı veriyor.

Ellerine verilen sınırsız ve sorumsuz güçle büyülenmeye zaten teşneler. Çünkü olağan koşullarda Reis olmadığında hiç bir şey olmadıklarını kendileri de biliyor. Bu yüzden de yalanları yüzlerine vurulduğunda sinirlenmeleri, saldırganlaşmaları kaçınılmaz. Reis’ten gelmeyen her eleştiriyi doğrudan düşmandan geliyormuş gibi çarpıtıyorlar. Kendilerinin değil de Reis’e olan düşmanlığın hedefi olduklarını söylüyorlar.

Sanki, onlara verileni ellerinden kapmaya çalışanlar varmış gibi hissediyorlar. Kendileri açısından haklılar. Ellerinden kapmaya çalışan da çok. Onlarla aynı vasıfta aç kurt sürüsü aportta. Muhalefet değil kastım. AKP, aynı vasıfsızlıkta olup Reis’ in gözüne girebilirse güç bahşedileceğini umanlar havuzu. Her defasında daha da vasıfsız olanı seçerek havuzun niteliğini sürekli düşürmek Reis’ in de işine geliyor. Böylece Davutoğlu gibilerine “kanma” riskini azaltıyor.

Bu bataklık kolay kolay kurumaz.