Galatasaray’ın Porto Rikolu oyuncusu Carlos Arroyo’nun, alacaklarını sebep göstererek kulüple iplerini koparmasının ardından meşhur yönetici ve taraftar klişeleri ortaya döküldü.

Sabah kalkıp işe gidiyorsunuz. Patronunuzun karşısına dikilip aylardır alamadığınız ve geçmişte de sürekli aksamış, hatta iş bırakma eylemine konu olmuş, diğer takım arkadaşlarınızın avukatlarının icra takibi başlattığı maaşınızı istiyorsunuz, çünkü yapmakta olduğunuz iş için bir emek sarfediyorsunuz ve bu sizin hakkınız. Üstelik hayatınızı idame ettirmeniz gerekiyor ve içinde bulunduğunuz tüketim toplumunda bunun kaynağı kazandığınız para. Vermiyorlar paranızı, siz de isyan ediyorsunuz, hatta patrona bu şartlar altında çalışamayacağınızı söylüyorsunuz. Patronunuz yumuşamak şöyle dursun, size cevap veriyor. “Kimse bu firmadan büyük değildir.”

Galatasaray’ın sözleşmeli ve bu sözleşmeye göre verdiği hizmetin karşısında alacağı maaş son derece net sözleşme şartlarıyla belirlenmiş basketbolcusu Carlos Arroyo’nun 3 aydır birikmiş alacaklarını alamamasını gerekçe göstererek kulüpten ayrıldığını açıklamasının ardından kulüp yöneticisi Ural Aküzüm böyle konuştu basına. “Yöneticiler, antrenörler, oyuncular dahil hiç kimse Galatasaray’dan büyük değildir”. Hatta bugüne kadar Arroyo’ya hakettiği 4,5 milyon doların ödenmiş olması da oyuncunun bu davranışını eleştirmek için kullanıldı. Öncelikle bir sporcunun hizmet verdiği kulübünden hakettiğini alması kulübün bir lütfu değil zorunluluğudur. Dolayısıyla bunun Arroyo’nun yaptığı vefasızlığa kanıt olarak kullanılmasının son derece saçma olması bir yana şu meşhur büyüklük vurgusunun da kabak tadı verdiğini söylemek lazım. Zira içi boş, isim değiştirerek dünya üzerinde oyuncusuyla problem yaşayan herhangi bir kulüp için kullanabileceğiniz, ama hiçbir anlam ifade etmeyen bir söz bu. Bir kulübün büyüklüğü, tarihi veya çalışanlarının kurum olarak o yapıdan büyük olmamasının, bir sporcunun hakettiği ücreti istemesiyle ne gibi bir bağlantısı var bunu anlayamadığım gibi, Galatasaray’ın, benzer sebeplerle kulüpten ayrılan eski futbolcularına aldığı küçümseme tavrını da şaşkınlıkla izliyorum. Hatırlarsanız, Franck Ribery benzer sebeple, Galatasaray’a 15-20 milyon avro kazandırabilecekken, bedavaya Marsilya’nın yolunu tuttuğunda yönetici Fatih Gökşen, Fransız futbolcunun ilk kez havalimanında buluştuğunda kuru tavuğa saldırdığını anlatmıştı basına. Neye hizmet etmişti orası meçhul.

Bu tür durumlarda taraftarın da benzer büyüklük tesellisine sığınmasıyla beraber kullandığı bir başka görüş, söz konusu sporcuların sabır eşiğine ve takım sevgisine gönderme yapmak. Meşhur “3 ay parasını alamazsa ne olur?” da bunun hemen peşinden geliyor. Bir kere şunu gözden kaçırmayalım. Bu sporcular milyonlar kazanıp 2 göz odada, öğrenci evlerinde yaşayan insanlar değiller. Dolayısıyla sadece kazandıkları parayı gözümüzde büyütüp, yaşam standartlarını minimalize etmenin manası yok. Bu insanların da kendi gelirlerine göre tasarladıkları hayatları ve bu hayatı sürdürmek için ihtiyaç duydukları bir gelir var. Belki onların alamadıkları milyonlar bize uğruna yaygara koparılan bir şey olarak gelebilir, ancak belli bir süre bu devamlı gelirden mahrum kalmak onların hayatına zarar verebilir. Bir de tabii kişinin kendisine saygısı ve kurumsallıkla olan geçmişteki ilişkisinin de önemi var. Tarihinde 4 kez lokavt olmuş NBA’de uzun yıllar ter dökmüş bir oyuncunun, aylarca maaş alınamayan kulüplerde profesyonellik peşinde koşmasını yadırgamamak gerekiyor. Dolayısıyla Galatasaray kulübünün oyuncusuna büyüklük dersleri vereceğine, topyekün bir kurumsallık ve profesyonellik dersine ihtiyacı var.