BARIŞ İNCE

Geçtiğimiz yıl bugünlerde BirGün yönetimi bana köşe yazısı yazmamı teklif ettiğinde tedirginlikle beraber yaşadığım gurur tarifsizdi. Gazetede yöneticilik yaparken kimi zaman makaleler kaleme almıştım ancak bir yazı işleri müdürünün kendisini yazar olarak atamasının etik olmayacağını düşünerek bu yazıları “ayda yılda bir” ile sınırlamıştım. Meğer ne de iyi yapmışım. Haftada bir güncel politik yazılar yazmak, benim gibi kafasında sürekli bir şeyler kuran kişiler için ne eziyetmiş. Hafta boyunca yazılacak yazının ritmi kafamda dolanır, sözcükler kulağımı çeker, çoğu zaman yetiştiremem ve bulunduğum sayfanın köşesini çoğu hafta heba ederim. Kimi zaman çok sevilse de yazılar, bir türlü o düzene giremedim yani. Özetle bekleneni vermedim.

Bu gazetenin benim için anlamını yazsam haftalarca bu köşeyi yeniden işgal etmem gerekecek, o yüzden hiç o konuya girmeyeyim. Hayatım boyunca örgütlü mücadeleye ve kolektif yaşama inandım. Genç okurlarıma önereceğim yegane yaşam biçimi budur. Siz kolektif hayata katkı sunarken o hayat da sizi değiştirir. Bu gazete ve içinden geliştiği devrimci değerler gibi... Birlikte öğrenmek, birlikte gelişmek, dostunun derdine deva olmak. Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul romanında geçer, “Fukaralık açlık değildi, fukaralık kimsesizlikti.” Demek fukaralığı aşmanın “tek yol”u da belli... 15 yıl emek emek ördüğümüz “kurumsal değil duygusal” yaşantımız gibi!

Memleketteki köşe yazarlığı ile ilgili eleştirel bir kitap da önereceğim. Rıfat Bali’nin Tarzı Hayat’tan Life Style’a adlı kitabını siyaset bilimi yüksek lisans dersinde okuduğumda çalışmanın başarısına şaşırdım. Türkiye’deki kötücül değişimin sermaye medyasının köşe yazarı aristokrasisi ile nasıl halka yedirildiği kronolojik olarak anlatılmıştı. Soldaki köşe yazarlığı kurumu böyle değil elbette ama köşelerin bir itibar mevkisi olarak kullanıldığına da tanık olmuş biriyim. Oysa kolektif hayata katkı sunamıyorsa kişi, kendini bilmeli, tıkandığını görmeli ve yeni gelenlere yer açabilmeli.

Toplumsal çürüme sadece bir kesimle sınırlı değil. Her koyunun kendi bacağından asıldığı düzen, en masumlara kıyarken bizi de sessizleştiriyor. Sessizlik çürütüyor. Artık hayatımda başka bir yeri olan üstat Melih Cevdet’in dediği gibi, “çürüdükçe kokuyor, duymuyor musunuz, kokuyor.”

Bu çürüme, sürgit bir düzen değil. Gelip geçici ama geçirecek irade, birlikte öreceğimiz yepyeni kolektif hayatlara bağlı. Haziran gibi... Yaşama sevinciyle dolu, birbirine güvenen, inanan, şüphesiz, neşeli, dirençli... Bunun için belki biraz daha tartışma gerekli...

Şu anda İzmir’de küçük bir büroda BirGün’ün kolektif hayatına katkı sunmaya çalışıyorum. İhtiyaç halinde yine bu köşede ya da başka yerlerde, nerede ne gerekiyorsa... BirGün yönetimine, okurlarına ve bitmeyen yolculuğumuzun güzelliğine saygıyla...