Kitle ruhu ile ilgili yapılan ilgi çekici bir çalışma vardır. Kalabalık bir sokakta saldırıya uğrayan birine sokaktakilerin herhangi birinin yardım etme olasılığı, sokakta sadece bir kişi varken, o tek kişinin yardıma koşma olasılığından düşük bulunmuştur.

Bir de anonim hikaye vardır. Herifinin teki kahvehanenin kapısını tekmeleyerek içeri girer, oturanlara diker gözlerini ve kükrer; heyyt, var mı bana yan bakan? Kahvedekiler şaşırarak adama çevirirler bakışlarını. Bu kez sunturlu bir küfür patlatır ve devam eder; yok mu bana karşı çıkabilecek biri aranızda, hepinizin..! Ahali sinip, suskunlaştıkça sesin tonu da, küfrün ağırlığı da artar. En yakınında olanlardan üç beş kişiye tokat atar ve devam eder. Adam bağırdıkça millet suskunlaşır, önüne bakar. Bu kez yumruklamaya başlar bir kaç kişiyi. Sonunda içlerinden biri, sen kimsin ulan, aha ben yan bakıyorum sana, diye doğrulur. Adam, yavaş adımlarla ayağa kalkanın yanına gider, elini omuzuna atar ve kahvedekilere dönüp, var mı ulan abimle bana yan bakan, diye hönkürür.

Ne protesto, ne karşı çıkış, ne de isyan kendiliğinden başlamaz. Kitle, kıvılcımla parlar. Politik karşı çıkışlar için bu hal biraz farklılık gösterir. İlk sözü söyleyenin, ilk eyleyenin kim olduğu önemlidir. Politik alanda kitleyi sıradan insan harekete geçiremez.

Kim ne derse desin, sonrası nasıl gelişmiş olursa olsun, Gezi İsyanı’nın kıvılcımını, Sırrı Süreyya Önder’in gün ışırken dozer kepçesinin önüne geçişi yakmıştı.

Politik alanda sıradan insan güç karşısında çok ama çok zayıftır. İlkin birey olarak yalnız ve güçsüzdür. İkincileyin gücü elinde tutan, emniyetinden ordusuna, yargısından medyasına devasa bir propaganda ve cezalandırma aracını tekeline almıştır. Yetmediğinde para militer birimleri vardır.
O yüzden sıradan insan ne denli sömürülür, ezilirse ezilsin, gücü elinde tutanlara içten içe ne kadar karşı çıkarsa çıksın “haklı olarak”, edilgendir. Seçime dayalı demokratik sistem, bu hakikati, gizli oy açık sayıma dayalı seçim sistemi, yutturmacasıyla örter. İktidarı beğenmeyen, seçimde oyunu gizlice kullanabilecek ve itirazını dile getirebilecektir! “Olağan zamanların” demokrasisi bu yolla gücün, her zaman ezenlerde olmasını garantiler. Kişilerin değişmesi ezenler için sorun değildir. Çoğu zaman o kişiler de sorun çıkarmazlar. Bir anlamda ömür boyu dokunulmazlık ve belli bir gelir garantili emeklilik dönemlerini dert etmezler.

Peki ama, ya günün birinde şu ya da bu nedenle gücün teslim edildiği kişi, gücü kendine ait kılmaya karar verirse ne olur? Eline geçen gücü, yine şu ya da bu nedenle bırakmak istemezse… Kendince büyük idealleri, amaçları olabilir ya da büyük korkuları fark etmez; hadi en basiti diyelim, gücü çok sevmiş de olduğundan olsun.

Amerika Birleşik Devletleri ve Trump’tan söz ediyorum! Şu hayat, Noam Chomsky’e, Trump başkanlığı bırakmazsa, ordu Beyaz Saray’ı işgal edip, onu tutuklamalı, dedirtti!!! Chomsky’i çaresiz bırakan belki de, Trump ve uygulamalarına açıktan karşı çıkanların, sadece basketbolcular ve bir kaç sanatçı olmasıdır. O da ağırlıkla siyah hakları ile sınırlı karşı çıkışlar.

ABD’de üniversiteler, bilimciler, entelektüeller ve Demokrat Parti, yani kıvılcımı yakmakla sorumlu olanlar, Trump’ın seçimi kaybederse kabullenmek zorunda olacağını söyleyerek, her şey yolundaymış gibi seçimleri bekliyorlar. Trump ise kaybederseniz kabul edecek misiniz, diye açıkça sorulduğunda bile, ona o zaman bakarız, yanıtını veriyor ve şimdiden korona salgınının seçimde hile riskini çok artırdığını söyleyip, duruyor. Bir yandan da başkanlığı bırakmamayı garantiye alacak “yasal” düzenlemelere, atamalara devam ediyor.

Şimdi baştaki bilimsel gözleme ve anonim hikayeye geri dönebiliriz. Bilimsel gözlem, kitlenin kendiliğinden karşı çıkacağını sananları hazin bir yanılgının beklediğini işaret ediyor. Peki hikâye? Yirminci yüzyıl da o kahvehanenin kapısını tekmeleyen adama benzeyen bir şahsiyet vardı. Eski bir onbaşıydı. Bir gün Alman Parlamento’ sunun kapısını tekmeleyip, narayı patlattığında başta sosyal demokratlar herkes sus pus olmuşlardı. Önce Komünistleri ve Yahudileri tokatlamaya başladı, sosyal demokratlar iyice sinip seçim hayalleri kurmaya başladılar. Sonunda ayağa kalkıp ben yan bakıyorum lan, diyen oldu. Onbaşı, gidip elini omuzuna attı ve yineledi, var mı ulan bize yan bakan? Peki, ayağa kalkan kim miydi? Yok öyle kitleden birileri değildi. IBM, Volkswagen, Coca Cola, Bayer, Boss, BMW demem o ki sermaye idi. Sonrasını hepimiz biliyoruz.

Tarih bazen tekerrür eder, ama her tekerrür komedi olmaz.