İçimizde tüm yeşil dallar kırılıyor birer birer. Korkunç bir çığlık kulaklarımızdaki. Utanır mıydık insan olarak. Utanır mıyız? Kıyıya vuran bir çocuğun bedeni. Yüzümüze tokat gibi indi. Sarsıldık.

Hem de ne kadar çok sarsıldık. Bir çığlıktı çünkü. Bir seslenişti. Ey insan yüzleş. Yüzleş insanlığınla. Utan. Utan. Utan. Kıyaya vuran çocuk yalnız değil. O yüzden utan. Görmediklerin, görmek istemediklerin, duymadıkların hepsi yan yana kıyıda. Sen sadece birini görüyorsun. Sistematik bir şiddet sarmalıyla çevrelenmiş oysa dünya.

Kıyıya vuran çocuk inşaattan düşen çocuk işçi aynı zamanda.

Kıyaya vuran çocuk açlıktan ölmek üzere Afrika’da.

Kıyıya vuran çocuk Filistin’de, Yüksekova’da taş atan çocukların içinde. Biraz sonra bir kurşun delip geçebilir vücudunu.

Kıyıya vuran çocuk evi bombalanmış bir kadının kucağında ölü bedeni kaskatı.

Kıyıya vuran çocuk annesini kaybetti gözlerinin önünde hemen az önce zulümden kaçarken örülen bir duvarda, dikenli tellerin arasında, sınırda. Evet sınırda.

Kıyıya vuran çocuğun evini bastılar dün. Komşuları ihbar etmiş. Kapı kırılmış. Ev darmadağınık. Çocuğun üzerine silah doğrultulmuş. Anne, baba yere yatırılmış. Hiçbir şey bulmayıp çıkıyorlar özür dileyip. Kıyıya vuran çocuk o çocuğun gözlerindeki korku.

Kıyaya vuran çocuğumuzdur boynunun kokusunu özlediğimiz.

Gözlerim açık, ellerim kulaklarımda, ağzımı açmışım sonuna kadar. Çığlık atıyorum. Edvard Munch’ın ‘Çığlık’ adlı tablosundaki gibi her şey. Renkler karmakarışık.

Hepimiz suç ortağıyız farkında mısınız? Oysa suç ortaklığımızla yaşamaya ne kadar alışığız. Hemen unutuveriyoruz suç ortaklığını.

Neden kıyıya vuruyor insanlığımız? Her şeyi hazmetmeyi nasıl da beceriyoruz.

•••

Göç umuda yolculuk gibi: Sıcak bir ev, çalışacak bir iş. Ölüm korkusu yaşamadan sokaklarda dolaşabilmek. Bu kadar basit istenen.

Suriye’de bir trajedi yaşanıyor. ABD’nin kendisine biat etmeyen haydut devletler olarak ilan ettiği 6-7 ülkeden biriydi Suriye. Diğerleri İran, Libya, Irak, Kuzey Kore ve Küba’ydı. Önce Irak sonra Libya hedefteydi şimdi Suriye hedefte. Emperyalizm iç savaş çıkartarak Suriye’yi teslim almaya çalıştı. Türkiye en önemli ortaktı. AB sürecin parçasıydı. Bugün kıyıya vuran çocuğa ağlıyor her biri.

Sokaklarda şiddete uğrayan, çocuk yaşta çalıştırılan, fuhuşa zorlanan, parklarda yatmak, botlarda ölmeye mahkum edilen yüzbinler var. Yaklaşık yarısı Türkiye’de yaşayan Suriye’li sığınmacı sayısı 4 milyon.

Tezgâhların başında göçmen emeği işleniyor sermaye birikiminin gıdası olarak.

Edip Cansever’in dizeleri geliyor aklıma: ‘Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma/Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş, yaşıyorcasına/Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık/Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan olmalarıyla-/Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin/Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin/Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park bekçisinin/Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi sallanaraktan/Bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda aranan/Korkunçtur-bunu anlıyoruz-bir yüzün en çoğul beyazında/Korkunçtur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe ışıklarında/Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan olmalarıyla/Korkunçtur korkunç!’

•••

Ve DİSK-AR’ın yeni sayısını nihayet bitirdik. Yüzleşmeye bir katkımız olsun dedik. Dosya konumuz ‘İşçi Sınıfı ve Göç’. Dergide bir yandan savaş, siyasal baskılar ve yoksulluk neticesinde ülkelerinden göç etmek zorunda kalan göçmenlerin, gittikleri ülkelerde karşılaştıkları ırkçı, ayrımcı, dışlayıcı toplumsal pratiklere, devletlerin şiddete varan uygulamaları karşısında çaresiz kalışlarına ve kapitalist üretim ilişkilerinde en ağır koşulları yaşamak zorunda bırakılmalarına odaklanılmaktadır. Diğer yandan ise işçi sınıfının göçmenlerle ilgili bu meseleleri gündem maddesi yapmakta pek de hevesli olmaması, hatta özellikle işsizliğin arttığı dönemlerde göçmen emekçileri düşmanlaştırması irdelenmektedir. Dergiye online olarak DİSK’in web sitesinden ulaşabilirsiniz.