“Yeni Normal”, normalleşme süreci, karantinadan çıkış; adına ne derlerse desinler, egemenler hızla korona salgını ile insanları baş başa bırakmanın yollarını aramaya başladılar.

Birbiri ardına iktidarlar sıkı karantina ve salgınla mücadele sürecini üstlenmekten vazgeçmeye başladılar. Güya sosyal demokrasinin kalesi İsveç gibi ülkeler en baştan neredeyse hiç bir önlem almayıp “ölen ölür, kalanlarla devam ederiz” ilkesini benimsemişlerdi. Avrupa Birliği’nin de bir sermaye birliği olduğu netleşti. Amerika Birleşik Devletleri’nde federal sistemin sorgulanır oldu ve iç çelişkiler açığa çıktı. Sermaye sahipleri yönetim aygıtı ile çatışmayı göze aldılar. Elon Musk’ın, Vali falan dinlemem, ben fabrikalarımı çalıştırmaya başlıyorum, istiyorlarsa beni tutuklasınlar, demesi tek örnek değil. Sağlık bilimcilerinin ve kamuoyunun baskısıyla korona salgını ile mücadele için devletin olanaklarını halkın yararına kullanmak zorunda kalan yönetimler, hızla bu yükümlülüklerinden sıyrılma derdindeler. Sermaye, devleti yönetenlere “kendinize gelin siz bizim için varsınız” diyorlar.

Türkiye’ de RT Erdoğan tarafından açıklanan normalleşme süreci de aynı ilkelere göre düzenlenmiş durumda. Okullar ve camilerden önce alışveriş merkezlerinin açılması, sahil ve parklarda gezmenin yasak, fabrikalarda çalıştırılmanın ise serbest olması, RTE iktidar aygıtının da koronadan korunma ve mücadele sorumluluğunu halkın sırtına yıkmayı planladığını gösteriyor.

Türkiye’ de ayrıca diğer ülkelerden görece daha başarılı olunmasının ardında yatan gerçek nedenlerin üzeri örtülüyor. Göreli başarının ne kadarının sağlık emekçilerinin can pahasına yaptıkları mücadele, genç nüfus gibi etkenlerle ilgili olduğu saklanıyor. Saklanıyor, çünkü “gerçek” sayıları AKP’ den başka kimse bilmiyor! Hastalığa yakalananların ve ölenlerin sosyoekonomik düzeylerini bilmiyoruz. Ağırlıkla yoksulların, işçi ve emekçilerin ölüp ölmediğini belirleyemiyoruz. Göçmenlerle ilgili ise hiç bir veri yok. Hastalık kaynaklarını, ülkeye virüsün daha çok nereden geldiğini gizlemeye çalışıyorlar.

Dahası bu değişkenleri bilebilsek belki de (olasılıkla) büyük başarı diye böbürlenilen hastalık ve ölümlerin önemli bir bölümünün bile önlenebilir olduklarını da görebileceğiz. Demem o ki, açıkladıkları resmi rakamlar olabilecek olanı değil, ancak yapabildiklerini gösteriyor bile olabilir. Beceriksizliklerini, vurdumduymazlıklarını başarı diye satıyor olma olasılıkları oldukça yüksek. Haklarında böyle düşünmek için de yeterince vukuatları var.

Korona salgını, Türkiye’ de örtük olarak var olan bir yönetim sisteminin de açıkça ortaya çıktığı bir dönem oldu. Otoriter devletten daha öte bir durum söz konusu. Tepede RT Erdoğan, onun altında AKP ve onun da altında devletin olduğu bir sistem var. Öyle ki var olan muhalefet partileri AKP ve onun üstündeki RT Erdoğan’ a görüş bildiren bir devlet kurumu olarak çalışıyor gibiler. Sanki Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü nasıl görüş bildiriyorsa onlar da işte görüşlerini bildiriyorlar, AKP değerlendiriyor, RT Erdoğan karar veriyor.

Şimdi de korona, tıpkı bir dönemin “trafik canavarı” gibi tanımlanmaya başladı. Hani yollar, sinyalizasyon, işaretlemeler, denetim ile ilgili sorumluluklar hiç konuşulmazken, sadece içindeki canavarı durduramayan sürücülerin trafik kazalarının tek sorumlusu ilan edilmesi gibi.

Ha bire sokağa çıkma yasağına uymayan “korona canavarı” vatandaşlara kesilen ceza görüntüleri veriliyor. Siz hiç korunma önlemlerini almadan işçileri çalıştırdığı için fabrikası denetlenip, sahibine ceza verildiğini gördünüz mü? Hangi holdinge, çalışanlarını yeterli ve bilimsel korumadığı için, ücretsiz izin adı altında işten attığı için ceza kesildi, duydunuz mu?

“Devlet” hızla kendi yükümlülüklerini terk edip, “yeni normal” in “sosyal kontrol” kurallarına “uymayan” korona canavarı insanları suçlamaya başladı. Kimse, bu insanlar bu kurallara neden uyamıyor, yoksa işe gidip çalışmak zorunda oldukları için mi diye sormasın istiyorlar. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın sosyal medya paylaşımlarını bu gözle okuyun, sürekli “bireyi” uyardığını göreceksiniz. Bir adım sonrası hastalığa yakalanmayı, yakalananın işlediği bir “suç” olarak tanımlamak olacak.

Bir canavar var, ama o ne korona ne de biziz…