Geçtiğimiz hafta size seslenemedim. 14 yıllık hayat arkadaşım, kucak bebeğim Kayısı’m çok hastaydı. Bal gözlüm, pamuk kalplim daha fazla dayanamadı. Perşembe sabahı da veterinerde onu son kez öperken sosyal medyada bir köpeğin yakılarak öldürüldüğünü okuyordu çalışanlar. İki kez kahroldum. Günler sonra hâlâ görüntüler dolaşımda. Haberi açmadım, izlemedim. Duymak bile yetti bana. Her zaman ki gibi dosya üç kuruş cezayla kapanmasın diye yaşam hakkı savunucuları var güçleriyle çalışıyorlar. Bugün yine sosyal medyada kulakları kesilmiş bir bebek sokak köpeği var. Gerçekten anlayamıyorum. Neden?!

Çok havlıyor diye bir canlıyı tutuşturabilen, haykırışlarını duyup da kanı donmayan, umursamayan nasıl biri olabilir? O çığlıklar kulaklarından nasıl uçup gider? Nasıl yatar? Ertesi gün hayat nasıl devam eder? Seri katillere yaraşır bir tür şiddet sokaklarımızda kol geziyor. Öfkeyle şiddet kabul edilemez diye düşünürken soğukkanlı vahşetin sıradanlığına tanık oluyoruz. Öyle akıl almaz bir şey. Münferit bir delilik değil. Her gün her şehirden benzer haberler geliyor. Bir cana bunu yapabilenin bu şiddeti tür tanımaksızın üstelik yükselterek her an herkese, hepimize uygulayabileceğini düşünemeyenler bu konuda tepki gösterenleri de fanatik hayvan severler olarak görüyorlar. Ne olacak canım hayvan işte, insan öldürmedi ya! Beni asıl ürküten bu hâl. Oysa insan öldürenlere de aynı tepkisizlikle yaklaşanlar onlar zaten. Hayvan sevmek sevmemek meselesi değil bu. Vahşetin, kötülüğün kimseyi irkiltmemesi. Sadece kendiyle meşgul insanlardan oluşan bir toplum oluşturuldu. Geri kalmışlığın, ilkelliğin, merhametizliğin, şirazesizliğin, vasatlığın yayılmasıyla insanların kalbinden en temiz içgüdüsel iyilik bile yok olup gidiyor. Baskılar ve kötülüğün sıradanlığına alıştırılan toplum kendi yaşam savaşı içinde bencilleşiyor, duyarsızlaşıyor. Tepkisizlik düzen oluyor. Ta ki bir gün o şiddet öle ya da böyle kendi kapısına dayanıncaya kadar.

Kendi oğlumun vedasıyla sel olan gözyaşım durmuyor. Hayatın önümüze çıkarttığı talihsizliklere, yardımsız kötülüklere üzülme, yas tutma hakkımız elimizden alınmış gibi. Yardımlı kötülükten öyle yorulmuşum ki susturamıyorum kendimi. Ben Kayısı’ma ağlarken Bartın’dan zifir gibi kara kötülüğün işlediği bir cinayet haberi daha geldi. Böyle bir haberle birden bire can parçanızın sonuçta kedi oluşuyla teselli bulmaya zorluyorsunuz kendinizi. İran’da 16 yaşında bir kız çocuğunun daha tecavüz edilerek öldürüldüğü haberi yeterince sarsıcı değilmiş gibi haberin devamını okurken mahvoluyorsunuz. Cansız bedenini iç organları dışarı çıkarılmış bir şekilde ailesine teslim etmek için 3000 dolar isteyerek uçurumdan yuvarlandığına dair bir belge imzalatmayı şart koşanların henüz sizin ülkenizde olmayışına şükretmek gibi bir anlamsız düşünce geçiyor kafanızdan. Sonra canlıyken yakarak öldürdüğü ve üzerine beton döktüğü kadını öldüren vahşinin “öldürme amacım yoktu” cümlesi düşüyor aklınıza. Sayısız kadın katilinin, vahşilikte sınır tanımayan şiddetin failinin cezasızlığı tokat gibi yüzünüze çarpıyor.

Soma’da suçlular ceza almadığı için, yaşananlardan ders çıkarılmadığı için, bu ülkeyi yönetenlerin tek derdi rant ve çıkarları olduğu için, sömürü düzen olduğu için Bartın’da 41 emekçi daha eve ekmek götürmek için göz göre göre yitip gitti. Devletin başı “kader planı” dedi geçti. Cesetleri çabuk bulmakla böbürleniyor. Sayıştay raporlarında önüne gelen ihmali, tehlikeyi yok sayanların duyarsızlığı, pişkinliği emin olun o en temiz iyilik içgüdüsünü çoktan kaybetmiş olmalarından. Alevi olduğu için, aydın olduğu için, düşündüğü ve ürettiği için, topluma ses olduğu için insanları yakanların cezasız kaldığı ülkede Şila için adalet istemek bizim kaderimiz değil. Eli benzin bidonlu katile gösterdiği merhameti maden emekçisinden esirgeyene mecbur değiliz. Kader planımız da fıtrat değil zaten. Kötülükten, kinden beslenenlerin bize dayattığı düzen bu. Değiştirmek için de en önce en uykuda olanların vicdanını uyandırmamız gerekli. Yarattıkları kutuplaşmayı ancak susmayarak teslim olmayarak ve dayanışarak yenebiliriz. İşte Sansür Yasası bu yüzden alelacele mecliste. Yoksa bu yasaya gerek olmaksızın zaten sosyal medya üzerinden iktidara ve başındakine yapılan her eleştiri usulsüzce yargı önünde davalara zaten dönüşüyor. Medya sansürüyle saklanan gerçeklerin açığa çıkması, vicdanlarda yara açan kötülüklere karşı tepkinin iletişimin gücüyle kitleselleşmesi büyük korku. Tecavüzcüyü nikâh kıyılırsa serbest bırakacak yasayı geri çektiren, kadın cinayetlerinde, çocuk tecavüzlerinde ceza vermek zorunda kaldıkları sayılı dava etrafında oluşan dayanışma korkutuyor onları. Bartın’da patlamayı öngören ve uyarı içeriği taşıyan sayıştay raporunun hızla yayılmasına engel olmak istiyorlar. İran’da yaşananlara bakıp Gezi’yi hatırlıyorlar. Bardağı taşıran son damlanın, vicdanlardan taşan isyanın yayılmasını önlemek istiyorlar.

Hafta sonu Demokrat Çorumlular Derneği’nin davetiyle Çorum Katliamı’nın 42. Yıl dönümü nedeniyle “Acıyı Bal, Barışı Yol Eyledik” etkinliğine katılmak üzere sevgili Erdal Güney ve Özge Metin’le birlikte Hamburg’daydık. Acılarımızdan öğreneceklerimiz var. Unutturmamak için çaba gösteren başkan Birol Topalak, Erkan Erçin ve dernek yöneticisi dostlarımızın bizi sarıp sarmaladığı, onların özeni ve içtenliğiyle güç tazelediğimiz bu buluşmanın ardından Neuengamme Toplama Kampı’nda korkunç yöntemlerle öldürülenlerin anısını yaşatan yüzleşme mekânını ziyaret etme fırsatı bulduk. Kötülüğün yenilebildiğini görmek adına tüm bu karanlığın içinde işaret fişeği oldu bana. Düştüğüm yerden çıkarak haklılığın peşini bırakmamam gerektiğini anımsattı. İyileşmek için bilgi, bellek ve yüzleşmenin gerekliliğini bir kez daha hissettirdi. Ajitasyon yaratmadan kalbe dokunan yalın, sade ama çok acı bir sergileme. Sansür değil daha çok bilgi ve bu bilginin vicdanlara erişimine ihtiyacımız var.