“Eski çeteci yeni itirafçı” Sedat Peker, kırk yaşından küçüklere seslendiğini dilinden düşürmüyor. Ona göre kendisi de dâhil, kırk yaşından büyüklerin ne anlattıkları doğru ne de yapıp ettikleri. Yine kendisini de içine katarak “yaşlıların” yalan dolandan başka bir özellikleri olmayan, çıkarcı, üçkâğıtçı, para düşkünü, vatan millet sevgisi olmayan sahtekârlar olduğunu anlatıyor. Kendisinin de bir aktör/figüran olarak rol aldığı son 30 yılda gerçekte neler olup bittiğini itiraf ediyor. Sizin bakan sandığınız kişi mafya, mafya sandığınız kişi ucuz tetikçi, işadamı bellediğiniz kişi çete lideri, polis sandığınız hırsız, hırsız sandığınız kurban demeye getiriyor.

Geçmiş, sizin sandığınız gibi geçmedi, diyor.

RTE ve avanesi de, devasa propaganda makinesi aracılığıyla sürekli hem kendisinden önceki hem de kendisinin de içinde yer aldığı bir geçmiş anlatıyor. Dijital teknolojinin olanaklarıyla üretilmiş sahte belgelerle desteklenen bir geçmiş hikâyesini zihinlere boca ediyor.

Gerçekte olanla, oldu diye iddia edilenler öylesine birbirine karışıyor ki, insanlar neredeyse kendilerinin de içinde yaşadığı dönemde olup bitenlerle ilgili şüpheye düşüyorlar. Yaşadıklarımı gerçekten yaşadım mı, olaylar benim hatırladığım gibi mi gerçekleşti sorusu zihinleri bulandırıyor. Öyle ki, daha birkaç yıl öncenin zalimi aslında kendisinin kurban olduğunu iddia edebiliyor, bir hafta öncenin yandaşı bugünün en ateşli muhalifi olabiliyor. Birkaç saat önce söylediği sözlerin görüntüsü izlettirilen kişi, görüntülere bakarak öyle söylemedim demeye devam edebiliyor.

Son somut örnek, kendilerini “endişeli muhafazakârlar” olarak adlandıranların hâlâ ellerinden kan damlarken, yıllardır elde ettikleri kazançlarının üzerinde oturarak mahcubuz ama, diye kendilerini aklayacak denli arsız olabilmeleri.

Geçmiş, bizim kendimize anlattığımız ya da bize anlatılan bir ‘hikâye’den ibaret mi?

Bırakın uzak tarihi son kırk yılın nasıl geçtiği hakkında bile bir anlaşma yok. Herkes kendi hikâyesinin kahramanı, herkesin hikâyesi bugününü meşrulaştırma aracı.

Şimdilerde öyle ya da böyle herkesin umut bağlar gibi yapıp, sorumluluktan kaçtığı gençlere anlatılıyor bu hikâyeler. Herkes o gençlerin “kendileri adına”, “kendilerinin istediği amaç için” mücadele etmelerinin derdinde. Üstelik taşın altına kendi ellerini koymadan.

İyi de bu gençler nereden çıktı? Kendi kendilerine mi doğup büyüdüler? Gençler kim/lerin ardılı?

Benim düşüncem, bugünün gençlerinin ana babalarının değil, büyükanne ve büyükbabalarının çocukları oldukları. İçlerinde onlar da olabilir ama sadece gerçek ana babalarını kastetmiyorum. Bir kuşak olarak bugünün 18- 25 yaş arasındaki gençleri, ana babalarının değil, büyükanne ve büyükbabalarının tarihsel mirasçıları. Bugünün gençlerini aydınlatan ışığın kıvılcımı iki önceki kuşağın yaktığı ateşten sıçrayarak geliyor.

12 Eylül Darbesi, bugünün gençlerinin ana babalarını tarumar etti. Öyle ki, darbenin muhatabı olan solcular ve devrimcilerden çok onların çocuklarını etkiledi. Genelleme tuzağının bilincinde olarak kendimize şu soruyu soralım; 12 Eylül 1980’de 15- 35 yaş arasında olanların çocuklarının siyasi görüşü daha çok liberal mi ve aktif siyasetle ilgileri sınırlı mı?

12 Eylül Darbesi ile solcu ve devrimciler kıyıma uğratılırken önleri açılıp siyasal alanı, üniversiteleri, bürokrasiyi, yargıyı ele geçirenler ve çocukları iktidarda. Kıyıma uğrayanların çocukları niyetlenseler de ne politik mücadeleye dâhil olabildiler ne üniversitelerde kalabildiler ne bürokraside, yargıda olabildiler. Böylece son kırk yılda zalimler ve ardılları olanca niteliksizlikleriyle iktidarı ve ideolojik aygıtları ele geçirdiler. Sonucu hep birlikte görüyoruz.

Bir milat vermek gerekirse 2013 Gezi İsyanı’ndan bu yana solcu devrimcilerin torunları, belleklerinden fışkıran geçmişle bütünleşmeye ve yeni bir politik kuşak oluşturmaya başladılar. Belleğimiz öyledir, içinde kuşakların tarihini taşır ve birbirine aktarır biz farkında olmasak da.

Büyükanne ve büyükbabalarımızın anlatacakları hikâyelere açmalıyız kulaklarımızı. Belli belirsiz belleğimize gelen hatıraları canlı canlı yaşayanlar vardı.

Onlar yaşadılar, burada yanı başımızdalar ve olup biteni anlatabilirler.