Nuray Mert “bitmez tükenmez evrim tartışması” için nihayetinde bir teori, bilim yerine konmasına karşıyım, yeni müfredattaki hali öğrenciyi bilimden soğutmaz diye geçerken not ediverince, ciddi bir tepkiyle karşılaştı. En hafifi cehaletine yönelik, hemen tümü öfke ve alay içeren tepkilere ise ayetle karşılık veriverdi. E çok cesur olduğu biliniyor.

Ayetle başlamaktan bir muradı olmalı. Belki de kendisini eleştirmeye cüret edenlerin önce bir sinek yaratmaları gerektiğini düşünüyor. Cehaletine dair eleştirilere ise yüce gönüllü bir duymazdan gelmeyle ve fakat “sığ pozitivizm”, “bilim dogması”, “pozitivist dayatma” gibi kallavi kavramlar kullanarak mütevazı bir yanıt verdi!

Mütevazı ama ilkeli de! Kolay mı öyle yazdığın gazetedeki meslektaşların aylardır tutsakken “politik doğruculuk” ilkenden taviz vermemek. Hükümeti eleştiririm, hem de en sert eleştirileri ben yaparım, öyle ki soyadımdan yola çıkıp “namert” denmesi bile geri durdurmaz ama doğru bir şey yaptıklarında daaa….

Bir Nuray Mert olsa önemsenmeyebilir. Nihayetinde yüzlerce insan var medyada yazıp çizen, televizyonlarda boy gösteren, deve sidiği içebilir misin muhabbetiyle bel inceltici kremin faydalarının arasında kaynayıp gidebilirdi de. “Ne olsa uyar” uzun zamandır. Ama işte yazar çizer kadrosu hapiste olunca sadece destek olmak için bile Cumhuriyet alanlar, yükselen faşizme karşı gazetelerinde karşı çıkışlar okumak isteyince gözlerden kaçamadı. AKP’nin hızla İslamofaşist bir yapıya evrildiğini görenlerin hassasiyeti var, vicdanı var, ahlakı var.

Sevgili Canan Arın, lök diye ‘AKP şeriatı getirmek istiyor,’ deyiverince gariban sunucunun ekranda yüreği höpürdüyor. İmamın kıydığı nikâh, resmi nikâh olarak tescilleniyor, doğum belgesi almak için sözlü beyan yeterli hale getiriliyor. “Aklı” başındaki herkes, bu kararın evlenecek kadın olmadan imamın nikâh kıyabilmesine, çocuk gelinlere, kadının rızası olmayan evlenmelere yol açacağını görüyor.

Olsun, demoookratikkkk bir toplumda kültürel değerler korunabilmeli, batının doğruları tek doğrular olarak topluma dayatılmamalı, pozitivist belediye nikâhları gibi sığlıklardan kurtulunmalı. Nasılsa isteyen kadın resmi nikâh, isteyen kadın imamın kıydığı nikâhı seçme özgürlüğüne sahip halde! Gören de erkek egemen bir toplumda yaşadığımızı sanacak! Sağolsun bu AKP’liler otoriter falanlar ama pozitivist Kemalistlerin batıcı toplum mühendisliklerinden de kurtardılar Türkiye’yi.

Nuray Mert, biraz üzülebilir ama ne yazık ki bize özgü değil o ve onun gibiler. Demem o ki, Mert’in siyasal bilinci de batıdan ithal (aparma) Üstelik bizden önce Latin Amerika ülkelerine ithal edildiler, aramızda bir on on beş yıllık fark var. Tabi ki geriden gelen biziz.

1960’larda başlayıp seksenlere kadar olan dönemde Latin Amerika ülkelerinde peş peşe açık ya da örtük ABD destekli askeri darbeler yapılmıştı. Her birinin asli hedefi yerel sosyalistler ve komünistlerdi. Öldürüldüler, kaybedildiler, işkencede kırıldılar. Ardından özellikle Avrupa’ya sürgüne gidenler döndüklerinde sosyalistlerin, komünistlerin yerini “proje liberalleri” almıştı. Fonlar, teşvikler, sivil inisiyatifler, sivil toplum örgütleri harıl harıl demokrasinin tesis edilmesi ve özgürlüklerin kazanılması için cuntalara karşı mücadele eder olmuşlardı. Bu yapılar bir tür yalıtık (izole) dil kaybı yaşıyorlardı. Sınıf, devrim, faşizm gibi sözcükler dağarcıklarından silinmişti. Küreselleşme içinde yerelin demokrasisini kuruvermek için canla başla çalıştılar. Zombi olmuşlardı ve tahmin edeceğiniz gibi proje, fon, teşvik, honorarium derken hem dünya malından sebebleniyorlar, hem de en fiyakalı üniversitelerin en cafcaflı “merkezlerinin” allame-i cihan profesörleri oluveriyorlardı. Gerçi doksozof diyenler de oluyordu onlara ama, ne gam!

Bizde ise seksenlerin ortalarında başladı. Yaşı tutanlar Ankara’da Hacıbayram Camisi, İstanbul’da ise Beyazıt ve Fatih kahvehanelerindeki nur yüzlü, pırıl pırıl zeki gençlerin harıl harıl Mızraklı İlmihallerinin arasında post modernizm okuduklarını hatırlayacaklardır. Maşallah zehir gibiydiler. Üstelik inanmayacaksınız ama Avrupalı post modernler bu gençleri biliyor ve seviyorlardı. Misal, Allah’tan sakınırım handiyse kutsal kitap gibi okudukları Yönteme Hayır’ın müellifi Feyerabend, çevirmenini mutluluğa gark etmiş, kırmamış, Türkçe çevirisi için “memnuniyetle” bir giriş bile yazmıştı. Eser birinci dünya biliminin (batı) ipliğini pazara çıkarıyor ve ne varsa üçüncü dünya biliminde (Afrika, Asya ve tabi ki Müslüman ülkeler) var diyordu. Özgürlük oradan gelecek ve özgür bir toplumu batı bilimine karşı olanlar kuracaktı.

Eseri boyunca sığ pozitivizm, bilim doğması ve pozitivist dayatma kavramlarını dilinden düşürmeyen Feyerabend Türkçe çeviriye yazdığı önsözle nur yüzlü gençleri mutluluktan ağlatmıştı. “Batı uygarlığı maddeci ve saldırgandır”, diyor ve “bu maddeciliğe Japonların karşı çıkamadığını, köktenci Müslümanların ise daha akla uygun bir tavır içinde olduklarını, birinci dünya biliminin ürünlerini kullanıp, ideolojisini aşağıladıklarını”, ekleyerek, gençlere selam çakıyordu. Rahmetli, şimdi IŞİD gençlerini görse ne derdi bilinmez tabi ama o vakit köktenci Müslümanları batının kurtuluş umudu olarak gördüğü de bir vakıa.

Aman sakın ucuz komplo “teorisi” kurduğumu sanmayın. Ortada komplo falan yok, bildiğiniz emperyalizmden söz etmeye çalışıyorum. İkinci Dünya Savaşı sonrası Güney Amerika ülkelerinde demokratik, Müslüman ülkelerde ise laik yönetimlerin iş başına gelmeleri üçüncü dünyada sosyalizmin yükselişini sağlamıştı. Emperyalizm hepsini askeri darbelerle kana boğdu.

Laiklik ve demokrasinin kapitalizme yaramadığını hemen fark ettiler. İran, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Cezayir, Tunus laik ve sola yatkın hükümetlerce yönetilir oldu. Türkiye altmışlardan başlayarak 80 faşist darbesine kadar sosyalizmin yükseldiği bir ülkeydi.

Demokratik, laik sistemin ortaya çıktığı her ülkede anında anti emperyalizm filizleri boy veriyordu. Laik eğitimin olmazsa olmazının evrimin temel eğitim müfredatında yer alması olduğunu söylemeye gerek var mı?

Sonrasını hepimiz biliyoruz. Daha önce de yazmıştım Arap Baharı’nın başlangıcı Türkiye’deki 2002 seçimleri olarak alınabilir diye. Bu ülkelerde bir bir önce askeri darbeler, iç savaşlar, savaşlar ardından da laiklik ilkesinin kaldırılışına hep birlikte tanık olduk. Kenan Evren, özellikle Kürt illerinde askeri uçaklardan ayetlerle bezenmiş propaganda metinleri attırırdı. Sinek yaratmalarını ister miydi, hatırlamıyorum.

Gelelim zombiye. Yaşayan ölü; bir zombi tarafından ısırılırsanız (temas ederseniz siz de zombi oluyorsunuz) ve insan yemeye karşı durdurulmaz açlığınız başlıyor.

İkili bir okuması var. Kapitalizmin zombileştirdiği insanlık diye de okunabilir, batı uygarlığını/ insanlığını tehdit eden yabancılar (batılı olmayanlar) diye de. Şimdilerde New York’ ta yaşayan bir beyaza, zombi kim deseniz IŞİD, El Kaide giderek Müslüman olan diyebilir.

Liberal zombiler ise post modernizm tarafından ısırıldıklarında laiklik, sınıf, sosyalizm, devrim, diyenleri yalamadan yutmaya karşı aşeriyorlar. Evet, haklısınız zombi kavramı da ithal. İlla yerli olsun isterseniz Cemil Meriç’in “müstağrip” tanımlamasına bakabilirsiniz.

Nuray Mert, evrim hakkındaki önerisinin tıpkısının aynısını Feyerabend’in de yaptığını hatırlar mı acaba? O da evrimin eğitimde tek doğru olarak okutulmasına karşı çıkıyor ve diğer açıklama modellerine de eşit ağırlıkta yer verilip, öğrenciye özgürce seçme hakkı verilmesi gerektiğini söylüyordu. Ama işte nihayet bir batılı olduğu için eşit ağırlıkta diye de eklemekten geri duramamıştı.

Mert de herhal, işte felsefe derslerinde bir tür inanç kategorisinde evrimden söz edildiğinde bu eşitlemenin gerçekleştiğine “inanıyor” olmalı. Adamcağız ne bilsin, biz “doğuluların” vur deyince öldürdüğümüzü.

Geçecek bu günler. Latin Amerika’da geçti. Kıta Avrupası’nda bile bakmayın Macron gibi liberal zombilerin başa geçmesine, son demlerindeler. Ya sosyalizm ya barbarlık seçimine doğru gidiyor dünya. Zombilerin ne tarafta olacaklarını söylemeye gerek var mı?