Muhalefeti bir adım ileri taşıyan, iktidarı bir adım geriye iten bu yürüyüşün, başka biçimde aynı yolda devam ettirilmesinin yolları bulunmalı. Adalet talebi, haksız, hukuksuz, adaletsiz, gerici düzene mücadele bütünlüğü içinde bir seçenek oluşturmaya doğru evriltilmeli

Maltepe ve sonrası

Adalet Yürüyüşü bugün büyük buluşma ile tamamlanıyor. 25 gündür provokasyon ve tehditlere karşı adımlar kararlılıkla atıldı. Yol deyince aklına yalnızca asfalt gelenler, sağın bildik ezberiyle ‘yürümekle aşınmaz’ diyebildiler. Yürümek yol açar, asfalt aşınmasa da her yürüyüş sonunda mutlaka onun karşısındakileri aşındırır. Bunu Demirel de iyi biliyordu bugün söyleyenler de öyle. Adalet Yürüyüşü, toplumun değişim enerjisini yeniden açığa çıkardı ve büyüttü. Erdoğan’ın geçen hafta Parti içine yönelik söylediği ‘değişim zilleri çalıyor’ sözü, bu yürüyüşte somutlanan bir gerçek. Evet, Türkiye için değişim zilleri çalıyor. Şimdi bu yürüyüş bugün Maltepe’de bir sona değil yeni bir başlangıca işaret ettiği, enerji süreklileştirildiği ölçüde de etkili olmaya devam edecek. Şu aşamada dahi, 25 günlük yürüyüş ülke siyaseti açısından önemli sonuçları ortaya çıkardı.

I

Referandum döneminde AKP’nin, HAYIR karşısındaki etkisizliği ortaya çıkmıştı. Toplumsal bir hareket olma vasfını kaybeden, toplumun genelini ikna edebilecek bir vaadi kalmayan AKP, HAYIR karşısına ‘evet devleti’ni koyarak mücadele etmeye çalışmıştı. O dönemde de karşısında olan toplumun yarısından fazlasına ‘terörist’ suçlaması yapmak dışında argüman üretemeyen AKP bu kez de Adalet Yürüyüşü’ne karşı da benzer bir acizlik içinde kaldı. Trolleşen AKP cenahı derin bir korkudan kaynaklandığı görülen ‘kaos’ analizleri eşliğinde, yürüyüşe karşı geliştirilen provokatif söylemlerle yol boyunca gübre döküldü! Bu, AKP’nin artık aşağından gelişen ilerici halk inisiyatifi –dip dalgası- karşısında çaresizliğini bir kez daha ortaya koydu.

II

Yürüyüşün herhangi bir engellemeye uğramadan son güne gelmesiyle birlikte, yürüyüşün ‘iktidar ve muhalefetin tutumlarıyla çoğulcu bir demokrasinin adımı’ olduğu yönünde değerlendirmeler yapılmaya başlandı. AKP’nin yürüyüşü engellememiş olması, demokrasi lütfü olarak görülüyor! ‘Yaşa, çok demokratsın Padişahım’ ahmaklığından başka bir şey değil. İşaret edilen demokratikleşme anlamında asıl nokta ise artık demokrasinin iktidara karşı halk eyleminin sonucu olarak kazanılabileceğidir. Adalet Yürüyüşü bunu bir kez daha ortaya koyuyor. Kısmi demokrasi mekanizmalarının kapatıldığı bir rejimde, demokrasi toplumsallaşmış bir siyaset zemininden kurulabilir. Adalet Yürüyüşü’nün de ortaya koyduğu gibi demokrasi artık rejimin içinde değil onun karşısında ve dışında bir yerdedir.

III

Adalet Yürüyüşü’nün ortaya koyduğu bir diğer nokta da cephelerin netleşmesi oldu. Bir yanda AKP-Erdoğan cephesi bir yanda da Gezi’nin, HAYIR’ın halk cephesi var. Farklı siyaset temsiliyetler elbette söz konusu ancak şekillenme bu düzlemde gerçekleşiyor. Bu yürüyüş bu bakımdan bir turnusol oldu. Kerhen HAYIR içinde yer almak zorunda kalan D. Perinçek’in Aydınlık çevresi, Adalet Yürüyüşü’ne karşı iktidardan daha büyük bir şevkle saldırıya geçti. Saray’ın muhalefet içindeki uzantısı görevini yapan bu çevre şırınga etmek istediği zehirle zehirlendi. Deşifre oldu ve ilerici halk cephesinin dışına itildi. Emperyalizmin güdümündeki siyasal İslamla ittifakı, anti-emperyalizm olarak yutturmaya çalışan yine emperyalizmin tezgahındaki etnik-mezhepsel bölge savaşını körükleyerek anti-Amerikancılık üretmeye çalışan bu kesimin politikasının laf kalabalığı çıkınca çıplak bir Erdoğancılık olduğu açık biçimde görüldü. Siyasal alan HAYIR’da kurulmaya başlayan netliği yeniden üretti. AKP karşısındaki sağ politikanın değil, ilerici halk tepkileriyle biçimlenen sol bir çizgiyle başarılı olunabileceği görüldü.

IV

Yürüyüş boyunca solda kimi zaman gündeme gelen tartışmalardan birisi de bu yürüyüşün halk tepkisini düzen içine doğru yönlendirme çabası olduğu yönünde oldu. Bunun AKP cephesinden üretilen kirli manipülasyonların yarattığı kafa karışıklığından kaynaklanan yanları var. Kuşkusuz herkesin Türkiye’nin geleceğine ilişkin bir projesi-arayışı var. Dolayısıyla da AKP karşısındaki tepkileri belirli bir yöne sevk etme noktasında çabalar da var. Önümüzdeki dönemde özellikle de 2019 hedefi doğrultusunda bunlar daha da yoğunlaşacaktır. Solun görevi bu riskleri işaret etmekle malul bir trafik polisliği değildir, olamaz. Aksine bu durum sola inisiyatif alma sorumluluğunu yükler. AKP’den, siyasal İslamcı karanlıktan kurtulmak isteyen milyonlar için bir çıkış seçeneği yaratmak bu büyük halk tepkisiyle bütünleşerek gerçek olabilir. Bu bağlamda öteden beri altını çizdiğimiz bir noktayı hatırlamakta fayda var. Mücadele, iktidara karşı, iktidardaki başat olan gücü hedef alarak yürütülmeli. Bu mücadelenin en önüne geçerek doğru bir çizgiye kanalize edilmesi ile ancak başkaca güçlerin müdahalesinin önüne de geçmek mümkündür. Gerisi, kimse kusura bakmasın, laf-ı güzahtır!

V

Altı çizilmesi gereken noktalardan birisi de siyasetin yeni bir yolda ilerlediğidir. Dünyada da kriz sonrasında bildik anlamdaki burjuva siyaset mekanizmalarının dağıldığı görülüyor. Derin bir temsil krizi ile birleşen sosyal kriz karşısında burjuva demokratik siyaset alanı açık ve gizli otoriter biçimlere bürünüyor. Merkez Partilerin etkisizleşmesiyle birlikte burjuva siyaseti –Macron ve diğer örneklerinde olduğu üzere- kişiselleşiyor, muhalefet ise toplumsallaşma ekseninde bir yol arıyor. Türkiye’de hileli anayasa ile birlikte kurumsallaştırılan tek adamlık yönetimi ile halkın kısmı egemenlik hakkı tümüyle ortadan kaldırıyor. Bu aynı zamanda rejim sınırlarındaki muhalefet için de bir temsil krizini ortaya çıkarıyor. Belirleyici dinamik olarak ise halk inisiyatifleri gelişiyor. Topumsal HAYIR dalgası hızla toplumsal Adalet dalgasına dönüşebiliyor. Bu yürüyüşte kuşkusuz 69 yaşında böyle bir dirayetle yürüyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun hakkını temsil etmek gerekir. Ama yürüyüşün yolunu açan tam da bu aşağıdan gelişen bu halk inisiyatifidir. Bu tepkinin rejim sınırları içinde tutulması, idare edilmesi artık mümkün olmayan bir noktaya geldiği için, muhalefet de zorunlu olarak rejim duvarlarını aşıp bu toplumsal zemine taşınıyor. Siyaset toplumsallaşıyor, toplum siyasallaşıyor. Muhalefetin zemini bu anlamda tam da sokaktır ve toplumsal zemindir. G-20 protestolarından Adalet Yürüyüşü’ne her yerdeki hareket bunu gösteriyor.

VI

AKP, ‘adalet Parlamento aranmalı, sokakta değil’ sözlerinden sonra şimdi etkili yanıtını 15 Temmuz sürecinde sokakta vermeye hazırlanıyor. Bu durum, siyasetin temel mecrasının her açıdan bu düzlem olduğunu, olacağını gösteriyor. Önümüzdeki hafta yeni bir devlet seferberliği içinde organize edilecek gösterilerle, Adalet Yürüyüşü’nün yollara bıraktığı izler silinmeye çalışılacak. Hatırlanırsa Gezi’de Erdoğan, aynı yolu izlemiş sokak hareketi kitle buluşmalarıyla etkisizleştirmeye çalışmıştı. O günde görülen ve giderek de daha belirgin hale gelen nokta ise AKP’nin gerçek bir toplumsal hareketlilik üzerine oturmadığı gerçeğidir. AKP’yi iktidara taşıyan dış faktörlerle birlikte 90’ların ikinci yarısından itibaren bir toplumsal hareket olarak da bir bakıma aşağıdan gelişme dinamiklerine sahip olmasıydı. Siyaset alanını böyle domine ettiler. Şimdi ise durum tersi. AKP, devletleştiği oranda toplumsal hareket olmaktan uzaklaştı. Lümpenleşmiş ve bir tür militer kuvvet olarak geliştirilen çekirdek dışında gerçek bir toplumsal kitlesel hareket olma vasfına sahip değil. Aslında bir yıl önce 15 Temmuz’da da sokaklar doldurulmasına rağmen bunu görmek mümkündü. Şimdi bir kez daha göreceğiz.

VII

Bizim asıl meselemiz bu enerjinin nasıl ileri taşınacağı olmalı. Her şey bu yürüyüşle başlamadğı gibi bu yürüyüşle bitmeyecek. Muhalefeti bir adım ileri taşıyan, iktidarı bir adım geriye iten bu yürüyüşün, başka biçimde aynı yolda devam ettirilmesinin yolları bulunmalı. Adalet talebi, haksız, hukuksuz, adaletsiz, gerici düzene mücadele bütünlüğü içinde bir seçenek oluşturmaya doğru evriltilmeli. Kimin nasıl hesabı olursa olsun halkın kimseden bir gelecek beklemeden kendi geleceğini tayin etme iradesine sahip olduğu temel hareket noktası olmalı. Gezi’den Adalet Yürüyüşü’ne halkın laiklik ve bağımsızlığa sahip çıkan mücadelesi gerici yağma düzenin saldırılarına karşı eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle bütünleşen –demokratik devrimci bir geçiş seçeneğini oluşturacak- bir kurucu sözleşmeyle ilerletilmeli. Bunun için Maltepe buluşanlarla birlikte yeni yollara, sokaklara açılmalı.

VIII

Biraz da sıkıcı bu başlıkların ardından karanlığın içinde toplumun bir başka yüzüne değinmek iyi olur. OHAL’le süren bir sivil darbe sürecinde, önce HAYIR’da şimdi Adalet Yürüyüşü’nde toplumun dayanışma ve birlik içinde neler başarabildiğini bir kez daha görüldü. Elinde, gübre torbasıyla gezen karanlığa karşı, toplumun bağrında nasıl bir iyilik, güzellik biriktiği AKP’ye hayır diyenlerin ne de çok olduğu göz önüne serildi. Türkiye’nin AKP’den malul bir çirkinliğin değil, adi bir kumpasla 6 gün gözaltına tutulan bizim Onur’un sözlerindeki gibi ‘bu ülkenin şeyhlerin, müritlerin, sarıklı din bezirganlarının ülkesi değil, özgür, mutlu, güzel insanların ülkesi’ olduğu dünya aleme ilan edildi. Değişim için bir adım daha atıldı. İktidardakiler korkuyla halk umutla ülkenin geleceğinde yeni bir yolun açıldığını gördü. Evet bu düzen değişecek. G20 protestosunda ortaya çıkan yıldıza, Adalet için yürünen yollara dökülen çiçeklere her şey bunu söylüyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, sonuç böyle olacak!