İnsanı olduklarından çok olmadıkları belirler. Seçtiklerinden çok da seçmedikleri. Sanılanın aksine seçmek kolay, seçmemek zordur. Diyelim Cumhuriyet Savcısı’nın. Öyle böyle bir yetki değil elindeki; hele bir ilçedeysen gücün handiyse sınırsız. Astığın astık, kestiğin kestik. İnsanın en temel özelliklerinden biri “büyülenmeye” olan yatkınlığı. Hele de gücün büyüsüne. Rüyasında “uçabildiğini” görmeyen var mı? Mesai sonrası maça gelmişsin, […]

İnsanı olduklarından çok olmadıkları belirler. Seçtiklerinden çok da seçmedikleri. Sanılanın aksine seçmek kolay, seçmemek zordur.

Diyelim Cumhuriyet Savcısı’nın. Öyle böyle bir yetki değil elindeki; hele bir ilçedeysen gücün handiyse sınırsız. Astığın astık, kestiğin kestik. İnsanın en temel özelliklerinden biri “büyülenmeye” olan yatkınlığı. Hele de gücün büyüsüne. Rüyasında “uçabildiğini” görmeyen var mı? Mesai sonrası maça gelmişsin, canın iki “top tepmek” istemiş. Seni gördüklerinde tir tir titremeleri gerekenler “bu saat bizim sen erken gelmişsin, beklemelisin”, diyorlar. Beklemen gerekir, “bekletilmek” olarak yorumlamayı seçmek o kadar kolaydır ki, çektiriverirsin karakola sana beklemelisin diyenleri, kim kimi bekletebiliyormuş gösteriverirsin. Bir “talimatına” bakar.

Kızmak ne kolay değil mi o savcıya? ‘Olur mu canım’ dersin hemen, yetkisini (gücünü) kötüye kullanmış. Savcıyı herkes eleştirir.

Peki güçsüzlüğüne rağmen gücü seçmemek?

Diyelim gazetecisin. Kırk yıla yakın ilmek ilmek dokumuşsun meslek hayatını. Doğru diye bellediğini hiç eğip bükmemişsin. Herkesin saygısını kazanmışsın. Önceleri çalıştığın kurum sana güç katarken artık senin varlığın, orada yazıyor olman, gazeteye saygınlık kazandırır olmuş. Sonra bir gün sana, “sen yine yaz, aynı şekilde yaz ama şu konulara da girmeyiver, zaten yazacak çok şey var”, demişler. Maaşlı çalışansın, ekmek paran, çoluğun çocuğun… Yazmayı, mesleğini sevmen de cabası. Patron karşısında “güçsüzsün”. O da sana, öyle bir teklifle geliyor ki, belki de adına, bunca yıldır emek verdiğin mesleki saygınlığına gölge düşürdüğünü onunla senden başka kimse anlamayabilir. Sen, bir konuya girmediğin sürece mesleğini bu güne kadar nasıl yaptıysan, aynı şekilde yapmaya devam edebilirsin. Eh, bir de “nasılsa geçecek bu günler”, ya da “bu düzen değişeceğe benzemiyor, olan bana olmuş olacak, düzenin değişmesine bir katkım olamayacak” gerekçeleri üşüşüveriyor zihnine. Dünyayı sen kurtarmayacaksın ki! O kadar güçsüz olduğunu fark ediyorsun ki, patronun teklifini seçsen kimse sana bir şey diyemez. Zaten hemen herkes öyle yapmıyor mu?

Diyelim siyaset erbabısın. İnandığın siyasi anlayışı savuna savuna bulunduğun partide yönetime kadar gelmişsin. Genel Başkan’ın her yaptığını doğru bulmuyorsun ama siyaset esneme becerisi. Hem genel siyasi ilkelerine öyle tümüyle ters farklılıklar da değil zaten. İlkeli, uzlaşmacı tutumunla parti tepe yönetimine kadar yükseldin. Üstelik siyasi düşüncelerinden de ödün vermedin. Seviliyor, ilgi görüyorsun ve halkın gözünde saygınlığın, popülariten var. Her geçen gün sana genel başkanlık yolu biraz daha açılıyor. Genel başkan olduğunda kendi ilkelerinin belirleyici olabileceği güce de kavuşabileceksin. Sonra adamın biri “Belediye başkanlığına adayım, başka adaylar bu ilçeye girmeye kalkacaklarsa mezarlarını kazdırıp gelsinler!” diye beyanat verdi. Verir, onun bileceği iş. Sen de mensubu olduğun parti adına “bu çete dilidir” diye açıklama yaptın. Doğru yaptın, sen o yüzden bu partidesin zaten. Sonra genel başkanın “çeteciyi” partinizden aday yapacağını söyledi. Karşı çıktın, ama gücün yetmedi. Güçsüzsün. O kadar güçsüzsün ki, bunca yıldır özenle kurduğun geleceğini tehlikeye atma riskiyle karşı karşıyasın. Oysa ne kadar az kalmıştı, lider olmana. Bir genel başkan olsan partini yanlış bulduğun politik hattan olması gereken yöne çekecek güce kavuşacaksın. Neredeyse bir adım kaldı. Hem parti disiplini de MYK ve PM kararlarına uymayı şart koşmuyor mu? Elimden geleni yaptım desen kim ne diyebilir?

İnsan, gücü değil de güçsüzlüğü seçtikçe insanlaşır.

RTE’de billurlaşan ve ondan toplumun tümüne, savcısından manavına, doktorundan siyasetçisine yayılan “güç büyüsü” ne kapılmak ve gücü seçmek o kadar kolaylaştı ki. Romantik ilişkiden, lokantada garsonla kurulan ilişkiye kadar, öyle ya da böyle elimize geçen gücü kullanmak ve onu riske atacak en küçük bir seçimde bulunmamak hayat ilkesine dönüştü.

Selam olsun güç olanı seçebilenlere, yani güçsüzlüğü; bizi onlar özgürleştirecek…