Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun 1980’lerin ikinci yarısında hiciv sanatını incelikle işlediği oyunlarından biri olan Yasaklar’ı, o yılları yaşamış olanlar hatırlar. Metin Akpınar, Zeki Alasya’nın başrolünde olduğu bu oyunda, tatil ile ilgili bir skeç vardır.

Orta halli bir aile, hevesle tatil yapmak için bir tatil kampına gitmektedir. Tüm aile fertleri kendine göre bir tatil hayal etmektedir.

Nasıl etmesinler, bütün yılın yorgunluğu üzerlerinde. Aile fertlerinin heyecanı kampa yaklaştıkça artar. Onları sürekli çaldığı düdüğü ile kampın müdürü karşılar. Müdür aşırı yetkilerle donatılmıştır. Kimin ne giyeceğine, ne içeceğine, nasıl yürüyeceğine tatil kampının bekası adına karar verme yetkisi müdüre aittir.

Büyük bir zevkle gördüğü her aksaklığa dair talimatlar vermekte ve yasakları sıralamaktadır:

“Dikkat dikkat şu andan itibaren kamp hudutları dahilinde top oynamak tarafımca yasaklanmıştır!” Sonra bir gülüş.

Bu her seferinde yeni yasaklar ilave olup tekrar eder. Müdür “Millet buraya eğlenmeye dinlenmeye geliyor, bunlar burada top oynuyor” diye söylenir.

Başkanlık tartışmaları ve referandum sürecine giderken nedense aklıma bu oyun geldi. OHAL ile gelen fiili (yasalara dayanmayan) başkanlık rejimi referandumla artık yasal hale kavuşturulmak isteniyor. Aslında başkanlıkla OHAL kurumsallaştırılıyor.

Toplumun önemli bir kesimi referandum sürecine duyarsız. Toplum “Evet”çiler, “Hayır”cılar ve “Bananeci”ler arasında bölünmüş durumda.

Oysa memleketi yasaklar kabaresindeki tatil kampına çevirecek olan bu düzenlemenin ön gösterimleri bile hayatımızı zehir etmiş durumda.

En son örneğini, küresel ölçekte yüz binlerce işçi çalıştıran, çok uluslu dev şirketlerin Türkiye’deki fabrikalarında, alınteri döken metal işçilerinin grevinde gördük.

3 bin metal işçisinin bin bir zorlukla elde ettikleri grev hakkı bir Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklandı. Sanki Zeki Alasya kamp müdürü kılığında şöyle diyordu: “Dikkat dikkat, şu andan itibaren işçilerin ulusal güvenliği tehdit ettiği görüldüğünden kamp dâhilinde bütün grevler yasaklanmıştır.” Ardından bir gülüşü de var Zeki Alasya’nın. İzleyici de bu gülüşle birlikte gülüyor.
Oysa ortada komik bir durum yok.

Türkiye’de yasal grev için çok uzun bir süreci sağlıklı bir biçimde tamamlamanız gerekiyor. Önce sizin gerçekten hakkınızı savunacak yetkili bir sendikada örgütleneceksiniz (işveren size mutlaka başka bir alternatif sunacaktır). Sadece sizin sendikaya üye olmanız da yetmiyor, işyerindeki arkadaşlarınızın en az yarısını da örgütleyeceksiniz. İşveren bu süreci yargı yoluyla geciktirip, öncü işçileri attırıp, çoğunluğunuza itiraz edebilir. Yargı süreçlerini sabırla bekleyecek, eylemlerle süreci kayıpsız ya da az bir kayıpla geçmeye çalışacaksınız. Bu süreç sonrasında uzun bir toplu sözleşme dönemi gelecek.

Gücünüzü, birliğinizi göstermek için sürekli olarak eylemler yapacaksınız. Süreç uyuşmazlıkla sonuçlanırsa ve siz bu zorlu süreci başarı ile tamamlarsanız işte o zaman greve çıkabilirsiniz.

Bu hakkı kullanabilecek işçi sayısı Türkiye genelinde 500-600 bini geçmez.

Siz bütün bu süreçleri geçtiniz. Grev günü geldi. Davullar zurnalar çalıyor. Halaya durmuşsunuz. Hoop bir karar. “Dikkat, dikkat….Yasaklanmıştır.”

OHAL’de ekmek kavgası zaten zor. Bir de Bakanlar Kurulu karar almış. Erteleme diye.

Bugüne kadar on binlerce işçinin en temel hakkı gasp edildi milli güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle.

Ama bu sefer işçiler teslim olmadı. Meşru temelde fiili bir mücadele ile aldılar haklarını.

Birleşik Metal-İş Sendikası ve tüm fabrikalardan işçiler bir umut dersi verdi topluma. OHAL’de direniş kazandıysa, OHAL’de ‘Hayır’ da kazanabilir.

Cemal Süreya’nın dizelerindeki gibi:

”Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir/ Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil...”