Ekrem İmamoğlu’nun Pontuslu, yani Rum olduğu iddiası, alçakça bir karalama kampanyası için bulunmuş soğukkanlı bir ahlaksızlıktan daha derin bir gerçeği ortaya döktü. Siyasal İslamcı denilen kimliği kuran bellek yapısının derinlerinde yatan zavallılığı. Haset, kin ve onları besleyen yetersizlik, zavallılık vasatında üremiş bir sefillik. Artık esameleri bile okunmayan liberalleri, bir de az buçuk postmodernizm okumuşlarını bir […]

Ekrem İmamoğlu’nun Pontuslu, yani Rum olduğu iddiası, alçakça bir karalama kampanyası için bulunmuş soğukkanlı bir ahlaksızlıktan daha derin bir gerçeği ortaya döktü. Siyasal İslamcı denilen kimliği kuran bellek yapısının derinlerinde yatan zavallılığı. Haset, kin ve onları besleyen yetersizlik, zavallılık vasatında üremiş bir sefillik.

Artık esameleri bile okunmayan liberalleri, bir de az buçuk postmodernizm okumuşlarını bir yana bırakalım. Siyasal İslamcı iktidarın ana gövdesini oluşturan ve bugün AKP’yi yöneten kadronun kimliğini inşa eden ortak belleklerinin yapıtaşı gayrimüslim olana yönelik kin, haset ve yetersizlik duygusundan öte değil.

Bu halin en güncel kanıtı, bütün Karadeniz bölgesini kızdırma pahasına Pontus demekten kaçınmazken Diyarbakır’da Kürdistan diyebilmesi, Lazistan eyaleti milletvekilleri olduğunu söyleyebilmesi. Çünkü, Kürt de Laz da olsa sonunda Müslümanlar ya, yani onlardanlar! Onun için Kürt, Hamidiye Alayları demek, o kadar… Oysa Rum, Yunan, Bulgar, Ermeni, Süryani öyle mi?

Gayrimüslimlere olan kinleri Osmanlıyı yıkan “hainlerin” onlar olduğuna yürekten inanmaları. Abdülhamit’e olan hayranlıkları da aynı kaynaktan beslenir. Ortalama bir siyasal İslamcı, Osmanlının gayrimüslimlere gösterdiği “hoşgörü ve merhametin” ihanetle sonuçlandığına, ümmetin kulu olmanın lütfuyla yetinmeleri gerekirken millet olmak için hainlik ettiklerine inanır. Bu ihaneti de “gâvur” olmalarına bağlar. Yağma, talan ve haraçtan başka bir şey istemeyip, onları sağ bırakmakla, dinlerini yaşamalarına izin vermekle hata ettiklerini düşünür. Onlar için “Batı” kendilerinden çaldığı bilgiyle onu geride bırakan kâfir…

Yetersizlik duygusunu besleyen geç 19. Yüzyılda Osmanlıda gayrimüslimlerin saray dışındaki ticaret ve zenginliği görece ellerinde tutmaları. Ardından da “gâvur batının” 20. Yüzyıldaki büyük üstünlüğü karşısında hissettiği eziklik. Ezikliği hasete çeviren ise Louvre sarayında tuvalet yokken biz de kanalizasyon sistemi vardı, Kanuni olmasa Fransa perişan olmuştu şablonları.

İktidardaki siyasal İslamcılar, Feyarabend filan okumadılar gençliklerinde. Onlar Hacıbayram Cami kitapçılarında, Fatih’in ara sokaklarındaki izbe kahvehanelerde, NASA uzmanlarının bütün buluşlarını Müslümanların kutsal kitabını okuyarak gerçekleştirdiklerine inanarak büyüdüler. Mustafa Kemal’e kinleri, Selanik Yahudi’si olduğu hurafelerine inanmaları da bu yüzden. Acı olan kendisini Atatürkçü gören bazılarının da aynı gayrimüslim düşmanlığında ortaklaşmaları

Şimdi de toplumun genelinde var olduğuna inandıkları bu ortak bellek düşmanını hortlatarak İmamoğlu’nu kâfir olarak yutturabileceklerini sanıyorlar. Trajik olan içlerinde İmamoğlu’nun Pontus Rum’u ve Müslüman düşmanı olduğuna gerçekten inananların olması. Rauf Denktaş anıtındaki Makarios’a takılmaları da ondan. Adam, boşuna kinimiz dinimiz demiyor.

Ortak bellek anıları, birbirleriyle uzlaşmaz farklılıkları olan grupları bir çatı altında toplayabilen kimi zaman mitsel kimi zaman gerçekle ilişkili tarihsel olaylardır. Orta Asya’dan göçle gelmek gibi yarı mitsel ya da Çanakkale gibi gerçek olaylar.

Bugünün genç kuşaklarının bir tür bellek bozumuna uğramalarının asıl sorumlusunun kendileri olduğunu düşünemeyecek kadar da çapsızlar. İyi kötü bir ulusal ortak bellek vardı, değiştirelim derken paramparça ettiler. Mustafa Kemal in ortak bellekteki yerini ise değil sarsmak daha da parlatmaktan başka bir şey yapamadılar.