Geçen hafta Tekirdağ’ da ortaya çıkan “sahte doktor” olayı sosyal medyayı birbirine kattı. Maddi çıkar elde edip etmediği belli değil ama maaş almadığı kesin. Doğrudan hasta tedavi edip etmediği de belli değil. Haberlerden anlaşıldığı kadarıyla kazandığı uzmanlığa başlamadan önce “gözlemci” olarak staj yapmak istediğini söylemiş, hastane yönetimi ve doktorlar da inanmış!

Kimbilir ne derdi olan genç bir insana neredeyse “eli kanlı katil” muamelesi yapıldı ve tutuklandı! Sosyal medya da “sahte doktor” haberinin üzerinde tepindi. Kimliği, özel hayatı, ailesi, yakınlarının hakları gözetilmek bir yana dursun, ballandıra ballandıra döküp saçıldı.

Sahte doktora gösterilen tepkiye bakınca, toplumun ve devletin hele de “insan sağlığına" yönelik sahtekarlığa karşı çok sert bir tutumu olduğunu düşüneceğiz, neredeyse! İyi ama, pandemideki Covid vaka sayısı ve ölümlerinin gerçek olduğuna aranızda inanan var mı? Peki TÜİK enflasyon hesaplamasına kaç kişi inanıyor? “Yerli ve milli” aşıya?

***

Türkiye, Hindistan ve Nijerya ile birlikte “sahte bilimsel dergilerde sahte bilimsel araştırma makalesi” yayınlamada dünya sıralamasındaki ilk üç ülke! Hayal bu ya, Türkiye akademisinde bir araştırma soruşturma komisyonu kurulsa ve sahte bilimsel dergilerde sahte bilimsel araştırmalarla alınmış akademik unvanlar iptal edilse, ülkenin akademisyen nüfusu kaça düşer? Devlet, sahte doktora gösterdiği “kahhar” yüzünü, parayla yüksek lisans, doktora tezi yazan şirketlere ve yazdıranlara niye göstermiyor? “Doçent olmak istiyor, ama vaktiniz mi yok, ya da nerden başlayacağınızı bilmiyorsanız” diye ilan veren (anlatım bozukluğu orijinalinden), başvuru telefonlarını ekleyen ve hizmetleri arasında intihal düşürme (sahtekarlığı gizleme) olan şirketler var. İnanmıyorsanız bakın internete!

Hepsini bir yana bırakalım, tıp doktoru olmadığı, profesörlüğünü (!) kimya dalından almış olduğu halde, sanki tıp profesörüymüş gibi “şifalı bitkiler” pazarlayanlar var ülkemizde. Hem de sağlık bakanlığı kongrelerinde konuşmacı oluyorlar, yetmiyor Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı yapıyorlar. Akademik özgeçmişine tıbbi araştırmaymış izlenimi veren, gerçekte kimya alanında yayınlanmış sıradan iki makaleyi koyarak, brokoli suyu prostata iyi geliyora kaynak diye gösterdiği linkte “bilimsel yöntem kullanmadım ama bazıları yarar gördü” den başka bilgi olmayan (ama Almanca!). Açık açık, Sağlık Bakanlığı ve bakanının gözünün önünde kim bilir ne büyük maddi kazançlar sağlıyorlar.

Twitter’da @AcademikAhlak adresini takip etseniz, ülkenin akademisinin ne durumda olduğunu görebilirsiniz. Prof. Engin Karadağ’ın 2019 yılında yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’ deki 196 üniversitenin 68’inin Rektörünün uluslararası bilimsel yayını “sıfır”, 71 inin bilimsel yayınlarının bilimsel yayınlarda kaynak gösterilme sayısı yine “sıfır”.

Sağlık Bakanı, biliyorsunuz tonton, babacan bir hekim. Dün (pazar), twitter hesabından iki açıklama yaptı. “Avrupa medyasına göre, İngiltere’de muayene olabilmek için bekleyenlerin sayısı 7,1 Milyon. Fransa’da 15 Milyondan fazla insan pratisyen hekime ulaşmakta zorluk yaşıyor. Türkiye’de, sadece uzman hekim günlük ortalama randevu sayısı 945 Bin. Türkiye’de, yılın ilk 10 ayında aile hekimliklerimizde 248 Milyon 335 Bin muayene yapıldı. Günlük ortalama muayene sayısı 827 Bin 783. Bu sağlık sistemi dünyanın gözünde tütüyor.”

***

Bakan, rakamlarla övünüyor ama övündüğü rakamlar gerçekte, yurttaşın hem sağlığının çok kötü durumda olduğunu hem de doktora ulaşsa bile tedavi göremediğini kanıtlıyor. Bakanımızın hesabı “doğruysa”, ülkedeki herkes 10 ayda 3 kez aile hekimine gitmiş. İngiltere’ de acil servise yıllık başvuru sayısı nüfusunun %50’si kadar, Türkiye’ de ise nüfusun %150’sinden fazla. Her yıl 130 milyondan fazla başvuru var. Nerdeyse herkes en az iki kere acile gidiyor. En az iki kere acile, en az üç kez aile hekimine ve kimbilir kaç kez uzman hekime başvuruyor, herkes! Niye böyle? Türkiye’ de her bin kişiye 2 doktor düşüyor, Fransa’da 3,2, Almanya’ da 4,25 doktor düşüyor. Kişi başına düşen doktor sayısına göre Türkiye, 42 Avrupa ülkesi arasında 42.!! Hemşire ve diğer sağlık çalışanları oranları çok çok daha düşük.

Maddi kazanç elde ettiğine dair bir kanıt olmayan, tek yaptığı, bunca şiddete karşın hala çok prestijli bir meslek olan doktorluğu “oynamak” olan genç bir insanı tutuklayıp, linç edenler, sahtecilik karşısında gösterdikleri duyarlılıkla gözlerimizi yaşarttılar. Heybesindeki sahte deliller, sahte gizli tanıklar, sahte belgelerle karar veren emniyet ve yargı sistemimiz, “sahici” bir başlangıç mı yapıyor acaba? Hadi inşallah, darısı tüm sahtekarlara diyelim…