Dünya genelinde şirketler, küreselleşme süreci ile birlikte, teknoloji ve iletişim alanında yaşanan gelişmelerin de katkısı ile önemli bir hareket kabiliyeti kazandı. Küresel sermayenin etki sınırları dünyanın en ücra köşesine kadar genişledi. Ekonomi üzerindeki kontrolünü küresel aktörlere teslim eden devletler, siyasal alanda bu aktörlere açtıkları yer ile ayakta kalmaya çalışır hale geldi.

Türkiye küreselleşme sürecine büyük bir inançla eklemlendi. Özelleştirmeler, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması, vergi indirimleri, şirketlerin yatırımlarını kolaylaştırıcı politikalar, iç hukukun üstünde tutulan uluslararası sözleşmeler, Türkiye üzerindeki egemenliğini pekiştirdi.

“Siyasilere düşen işadamlarının önünü açmak, bir yerde tıkanma varsa bunu gidermektir”, “Olağanüstü hali biz iş dünyamız daha iyi çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum, iş dünyanızda herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine. Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki hayır, burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız”. Bu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait.

Türkiye bir savaşın içinde. Emperyalizm sözü dudaklardan düşmüyor. Emperyalizm karşıtlığı hat safhaya ulaşmış durumda. Afrin üzerinden emperyalizme başkaldırıyoruz. Eş zamanlı olarak ekonomi cephesinde de düzenlemeler devam ediyor.

Ülkemizin yatırım ortamının iyileştirilmesi ve yatırımcılar açısından cazip bir yatırım yeri haline getirilmesini sağlamayı amaçlayan, pek çok mevzuat ve idari düzenleme öngören eylem maddelerini barındıran, 2017-2018 eylem planı 9 Şubat 2018 tarihinde açıklandı. Konuya ilişkin bir düzenlemede şubat ayı ortasında TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. İçeriğini başka bir yazı da ele alabiliriz.

İhracatta, çok uluslu şirketlerin önderliğindeki otomotiv sektöründe kırılan rekorlarla, büyük atılımlar gerçekleştiriliyor. Sadece Suriye’de değil dkonomide de dünyayı fethe çıkmış olmanın gururu içimizde.

Bu arada Trump’ın küreselleşme sürecine aykırı müdahaleleri ekonominin bir numaralı gündem maddelerinden biri.

Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) deyince, bunlar kimlerdir? Belli ki ülkemize daha fazla yatırım yapmalarını istediğimiz, pek kıymetli kuruluşlar bunlar. Emperyalizme karşı verdiğimiz savaşı ekonomik olarak finanse edebilmek için, bu gül yüzlü şirketlerin yatırımları bize mutlaka kan verecektir.

Sizinle dünyanın en büyük 100 çok uluslu şirketi (finans dışı) ile ilgili kimi verileri paylaşmak istiyorum. Bu firmaların büyük bir kısmı ABD, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa’da konuşlanmış bulunuyor. Bu şirketlerin yüzde 70’i bu 5 ülke kökenli. İspanya, İsviçre, Norveç gibi diğer Avrupa ülkelerini dahi ettiğinizde bu oran yüzde 87’ye çıkıyor. 2008 yılında bu listede ABD’li firma sayısı 18 iken 2017 yılında 22’ye çıkmış durumda (UNCTD). Çin kökenli firmaların sayısı henüz sadece 3. Türkiyeli firma ise yok.

ABD kökenli 22 firmanın varlıklarının toplamı Türkiye’nin milli gelirinin 4 katından fazla. Apple, Intel, Microsoft, Ford, Coco-Cola daha niceleri. Gözlerim Cargill’i aradı bulamadım. Ama olsun bu alanda iddialı olduklarını biliyoruz.

Son dönemde Cargill şirketinin beklentileri ile şeker fabrikalarının özelleştirilmesi arasında bir ilişki olduğu iddia ediliyor. Nasıl edilmesin? Cargill, Türkiye’de mısırdan üretilen nişasta bazlı şeker üretiminde öncü şirketlerden. Şeker kamışından üretim ise şeker fabrikalarının elinde.

Bu durumda ülkemizin Cargill açısından yatırım bakımından daha da cazip gelmesinin koşulları, şeker fabrikalarının özelleştirmesinden geçmez mi? Kendini savaş ortamında bile yatırım ortamını iyileştirmeye vakfetmiş siyasi iktidarın gereğini yapmasından daha doğal ne olabilir? Emperyalizme ve bütün cihana karşı verdiğimiz savaşta cephanemiz nereden gelecek yoksa?