Kulaklarında patlayan sesleri dinledin. Aç çocuklarının patlayan balonlarının sesi… Havalı zımba makinesinin tık sesi…

Sesler*

Karabağlar'ın Çitlenbik durağında minibüsten indiğinde yürümekte zorlandın. Hani bir nefesinle karanlığı dağıtırdın? Öyle sanırdın. Elindeki kitabı çantana attın gizler gibi. Kitapların kokusuna anlam yüklemeyi zaten bıraktın. Açık kapıdan başını uzattın. Kumaşın, süngerin kokusunu içine çektin. Havalı zımba makinesinin tık sesleri arasında dükkândan içeri girdin. Birkaç top kumaşın üstüne bastın, bu kez kel adamdan çekinmedin. Kulaklarında patlayan sesleri dinledin.

“Ben diyorum ona anne, dinlemiyor, kafasının dikine gidiyor. Bilmez misin oğlunu? Ya sıkmıyor ki tıpası. Gündüz toplasan altı saat direksiyon sallayacak. Ya yok, ağır iş değil, elemanlar taşıyor zaten koltukları. Seninki kahvede oyun oynasın. Tabii ya, ezilir tabii, evde de ezilir, dışarıda da. Aynen, aynen… Alo! He işte, ekmek aslanın ağzında, yok öyle, başka iş yok. Dur bekle! Ne bakıyon lan? Değiştirsene üstünü… Laf mı dinliyorsun? Hadi işinin başına! Ha, anne. Tabii, saygısızlaşır tabii, ya o kadın da bırakacak onu bak yakındır, dediydi dersin…”

Alt kata indin. Yığılı demirlerin üstündeki kumaşların arasından seğirtip tahta kapılı odaya girdin. Kıyafetlerini çıkarıp duvardaki çiviye astın. Farenin uzaklaşmasını kıpırdamadan bekledin. Ucu kırık aynada saçına baktın. Tuvalete girip eline su aldın, saçının önünü yana yatırdın. Her gün aynı denize bakanlar yakamozu fark edemez ama sen duvardaki çatlağı fark ettin.

“Mustafa abi sen beni bu hafta idare et bak, inan büyük sipariş aldık. Sesin gitti. Ha abi, Almancılar gelmiş eski tip somyalılardan 50 tane istemişler. Tabii burası ucuz onlara göre. Euroyla mı bilmiyorum ama ben sana hemen geçeceğim, sen şu gri süngerleri yarına hallet be babacan. Oğlum ne bakıyorsun lan, geçsene işinin başına. Ha, yok abi sana demedim, yeni eleman var da bizim, mal çıktı. Öpüyorum gözlerinden, ya dur, senin oğlan ne yapıyor Kütahya’da mı, başladı mı okulu, iyi iyi Allah’a emanet?”

Tahta cetveli eline aldın, kumaşı makasla kestin, bir tekne sakin denizi yara yara geçti. Fermuarlardan birini kumaşla beraber dikiş makinasındaki sakallıya verdin. Kafasını kaldırmadı sakallı, gözlerini göremedin. Yakana hep taktığın denizyıldızının kuruduğunu fark ettin. Derinlerden uzaklaşıp kumda oynamaya devam ettin. Sünger balyalarını açtın, aldın birini. Elyafla kapladın. Yerdeki çuvalı sırtına yükledin. Öğrencilerini düşündün o an. Arkadaşlarını… Kitaplarını… Odanı… Ağlayacağını sandın ama yükün ağırdı. Ezildikçe kalbin taşlaştı.

“İyi. İşteyim ne yapacağım, sen ne yapıyorsun? Akşama ne yemek var? Ne kursuna gitti? Boş versene okuyacak da ne olacak gelsin dükkâna. Burada var bir tane okumuş. Süzme salak he. Bir boktan çakmıyor. Oğlum şu makası nasıl tutuyorsun, okudun da bana mı okudun. Tipini… Neyse. Yemekten sonra çıkacağım ben ha. İlyaslarla buluşacağız. Babanlar gitti mi? Para mı var ya, onlardan iste biraz da yeter. Kapa hadi kapa.”

Kıpırdamadan durdukça üstün başın yosun tuttu, üzerinden geçmişin kaydı. Zorunluluklar güzel anılarını da elinden aldı. İçinde sen olan hiçbir şey yoktu ki orada. Dünyan büyüdüyse de, varlığın küçüldü. Kulaklarında patlayan sesleri dinledin. Aç çocuklarının patlayan balonlarının sesi… Havalı zımba makinesinin tık sesi… Her patlayışta başka bir ağlayış, zaruret sevgiden rol çalmış. Kel adam aşağı indi, peşinden gittin. Tahta kapı açılınca sen de odaya girdin. Duvardaki çatlağa bir kez daha baktın. Kıyafetlerini aldın, tek hamlede adamı çiviye taktın. Gözleri büyüdü, sözcükleri boğuldu. Tuvalete girip eline su aldın. İki haftalık yevmiyeni dikiş makinasının başındaki sakallı adama bıraktın. Kafasını kaldırmadı sakallı, gözlerini göremedin. Bir yıl önce intihar eden akademisyen arkadaşının fotoğrafını cebinden çıkardın, dükkânın duvarındaki takvimin üstüne taktın. Ruhun kabına sığmamış gibi, her gün kafese başını vurmuş bir kuş gibi dışarı çıktı. Kulağındaki sesler kesildi, saçının önünü yana yatırdın.

“Alo! Mustafa abim, bizim Necati komiseri ara da gelsin ya, sorma abi bu bizim yeni eleman yok mu akademik midir ne boktur asmış kendini aşağıya yavşak. Ölmüş abi ya Allah kahretsin. Madem bunalımsın git evde as kardeşim ne benim dükkânda… Hayal âleminde gibiydi zaten salak. Yok abi ya aramızda ne geçecek, ben zaten... Abi aradım ambulansı ama polis, Necati abi gelsin gözünü seveyim ya. Akşam da İlyaslarla buluşacaktık. Hay Allah ya… Malları teslim ederiz abi o sıkıntı değil intihar bu sonuçta. Lan düzgün dik sen de şu kumaşı! Ha abi sana demedim ya, elemana şey ettim de ben…”

*: İşinden olan, aç kalan, yaşamından vazgeçmek zorunda kalan, tüm bilim emekçisi arkadaşlarıma, saygıyla...