Yıllarca Hayvan Hakları Yasası için uğraştık. Hayvanlara eziyeti, işkenceyi kabahat olmaktan çıkarıp suç olarak tanımlayan bir yasayla cezasızlığın kötünün ödülü olmaktan çıkmasını istedik. Çıkan yasa hayvanlara işkence edenler için değil hayvanlar için ceza yasası oldu. Sevgisizlik bu ülkenin vatandaşları gibi hayvanların da kaderi.

Mecliste önceki dönemlerde milletvekili arkadaşlarımın hazırladığı ama gündeme alınmayan yasa tasarılarını inceleyerek, hayvan hakları savunucuları ve sivil toplum örgütlerinin taleplerini de dinleyerek güncellediğim yasa tasarısı önceki dönemlerde olduğu gibi gündeme alınmadan görev sürem sonlandı. Hayvanların mal olarak görülmediği, yaşam hakkının tüm türler için güvence altına alındığı tasarının bel kemiğini kötülüğün cezasız kalmayacağı düzenlemeler oluşturuyordu. Yazık ki öyle olmadı.

Geçtiğimiz günlerde Gaziantep’te çok üzücü bir olay yaşandı. Küçücük bir kız çocuğunun hayatını tehlikeye atan ve yaraları iyileştiğinde bile ömürlük bir travma yaratacak olayın suçlusu kim?

Bu olayın ardından beklenmedik bir şey oldu. Bu ülkenin ihmalden kaynaklanan nice emekçisinin cinayetine, topluma aşılanan sevgisizlik ve ayrımcılığın eyleme geçerek can aldığı sayısız katliama, kadın cinayetine, çocuk istismarına tepkisiz kalan devletin en başı devreye girdi. Küçük kız için merhamet göstermeyi iktidarının kindarlık şiarının tutarlı bir eylemine dönüştürdü. Bu tip olayların önünü almak için gerekli olan yasal düzenlemelerin, takibin ve denetimin eksikliğiyle de hiç ilgilenmedi. Cezayı köpeklere, köpek ırkının tamamına hatta tüm sokak hayvanlarına kesti.

***

Sessizlerin sevgisizlikle sınavı başladı. Onları mal olarak gördüğü için tez toplanmalarını buyurdu. Tabası ise hemen harekete geçti. O günden beri medyada karşıma çıkan görüntülerle, hayvanların çığlıklarıyla, can acısı içinde kıvranarak meçhule gidişleriyle kahroluyorum. Sokakları, ormanları onların yaşam alanlarını paylaşıyoruz hatta hunharca işgal ediyoruz. Kendi geleceğimizi de tehlikeye atan bir doğa kıyımı içinde onların yaşam alanlarını, yaşam haklarını tehdit ediyoruz. Oysa onlar yaşanabilir bir hayat için pek çok bakımdan bize yardım eden varlıklar. Bizi sevgisizlikten uzaklaştıran içimizde iyiliği bulmamıza olanak veren canlılar. Sokak köpekleri ve kedileri özellikle hele bu soğuk günlerde yaşamlarını sürdürecek doğal koşulları ortadan kalkmış canlar. Yardımsız yiyecek bulmaları, barınmaları mümkün değil. En şanslısı ömür süresinin üçte biri kadar tutunabiliyor.

Bu ülkede zalimin zulmünden onlar da nasibini aldı. Kötü insanlardan gördükleri şiddet kutsandı, mezalim meşrulaştırıldı. Can dostu olmak, hayvan sevmek, sokaklardakilere yardım etmek, vicdan sahibi olmak “Beyaz Türklük”le yaftalandı. Kötülüğün elçileri zaten fırsat kolluyordu hemen harekete geçildi. Sokak hayvanlarının kısırlaştırılması, bakımı için ayırması gereken bütçeyi ayırmayarak barınakları toplama kamplarına dönüştüren, yaralı hayvanları iyileştirmek yerine ölüme terk etmeyi görev bilen belediyeler hemen masum avına çıktılar.

***

Oysa Asiye’nin yaşadığı talihsiz olayın failleri hayvanların ırkıyla oynayanlar, keyifleri için onları dövüştüren, vahşi olsunlar diye bin bir eziyet uygulayan, onların “sahibi” olmakla kim bilir hangi toplumsal mesaj ve statünün peşinde olan kötü insanlar. Buna göz yumanlar. Havanları mal olarak görenler.

Bu üzücü olayı fırsat görüp “sokaklarda köpek çeteleri var güvenliğimiz tehlikede” diye veryansın edenler de faturayı sokak hayvanlarına kesme kolaycılığıyla pek mutlu oldular. Neredeyse “iyi ki Asiye bu acıyı yaşadı da reisimiz gördü, sokaklar temizlendi” diyecekler. Hayvanların kontrolsüz çoğalmasını önlemek, sokakta yaşayan tüm canlıların yaşam koşullarını, kentlerini her anlamda iyileştirmek yerel yönetimlerin sorumluluğudur. Barınaklar hayvan barınma yeri –gerçekte hapishanesi- değildir. Barınaklar kısırlaşma, iyileşme merkezleridir. Sokak hayvanlarının aşılanarak sokağa yani özgür yaşam hakkına dönmesi için hizmet sunan yerlerdir. Bu hizmeti hayvanları hor gören meslek etiğinden yoksun memurlara değil mesleğinin sorumluluğunu kavramış, uzman veterinerlere emanet etmek, onların mesleki haklarını da gözeterek denetlemek, canla başla çalışan gönüllülere yer açmak da yine yetkililerin sorumluluğudur.

***

Hediye hayvan alıp okul açılınca sokağa terk edenlere de çatıyor devletin başı. “Bakın konuya ne kadar hâkimim” der gibi talimatını temellendiriyor. Hayvan satın almayı, hayvanı mal görmeyi olanaklı kılan kendi yasası değilmiş gibi! Hayvanları bir cümleyle toplatmak mümkün ama satılmalarını, teşhir edilmelerini, eğlence malzemesi olarak hapsedilmelerini önleyecek bir yasa çıkarmak mümkün değil öyle mi? İşkenceyi, tecavüzü, katliamı cezalandırırken yıl sınırı koymak, hapis yatmadan serbestliğe olanak tanımak, cezasızlığı sürdürmek elbette “Beyaz Türklük” değil. Toplumu ayrıştıran, vicdansızlığı yaygınlaştıran sevgisizliğin temeli olarak hayvan düşmanlığını teşvik eden beyazdan çok uzak kara kimlik bu ülkenin karanlığı, açmazı.

Tüm bunlar olurken yönetemeyenlerin Beyaz Türklükle yaftaladığı sosyal demokrat belediyeler kentlerinde yaşam hakkını savunmayı görev bilerek açıklamalar yapıyorlar. Bu açıklamaların birçoğunun samimi olduğunu biliyor elimden geldiğince de takip ediyorum. Hâlâ gidecek çok yolumuz var. Bunun bilinciyle sözlerin eylemle sabit olduğu uygulamaları da yeri geldikçe paylaşırım sizlerle.

İsmi Asiye kadar duyulmayan çocuklar tecavüzcüleriyle evlendirilirken, istismarcı babaya velayet verilirken, tecavüzcüler serbest gezerken masum canlar birilerinin bilinçsiz ve hukuksuz “adaletine” hizmet için ceza çekecek. Suçlu köpekmiş. Hayvanlar eğer birinin malı olamazlarsa ölüne gidecek. Sahipli develer meselâ hâlâ “gelenek” korunacak diye sebepsiz güreşiyor, yunuslar yandaş iş insanlarının parklarında turist eğlendiriyor. Kindarlar sevgiyi, kanunu geleneğe dönüştürmüyor. Horozlar dövüşüyor (!)

2022 sevgisizlikten, şiddetten ve zulümden kurtulduğumuz bir yıl olsun.

Son söz şu: Sokak hayvanlarını düzeninize terk etmeyeceğiz.