Sırtımızda yükümüz olmasaydı, dengemizi yitirecek ve güvensiz hissedecektik kendimizi. Oysa hayatımıza yüksüz başlamıştık, “kendiliğinden dönen tekerlekler” olarak

Sırt çantanızda  ne taşıyorsunuz?

Georg Simmel anlatıyor: “Acemi erler ağır bir sırt çantasıyla uzunca bir yürüyüşten kışlaya dönüp de sırt çantalarını indirdiklerinde, genelde hemen dengelerini bulamaz, bir süre oraya buraya sendelerler. O zaman astsubay ‘Gördünüz mü?’ der. ‘İnsan sırt çantasına yaslanır.’” Simmel, insana güven ve denge sağlayan şeyin yük olduğunu söylüyor (Felsefi Minyatürler, Dost). Demek ki sırtımızda yükümüz olmasaydı dengemizi yitirecek ve güvensiz hissedecektik kendimizi. Oysa hayatımıza yüksüz başlamıştık, “kendiliğinden dönen tekerlekler” olarak. Şimdi bırakın dönmeyi, yere çakılmış vaziyetteyiz. Yaşarken, ne çok şey yüklemişler sırtımıza. Ama merak etmeyin, bizi düşünüyorlar. Sırt çantasına yaslanmazsak düşebiliriz.

Neler var acaba sırt çantanızın içinde? Gereksiz yüklerden kurtulmayı hiç düşünmediniz mi? Hafifleme duygusunu. Yüklerin altında eziliyoruz. Yük, tanrıların cezası. Sisifos’a baksanıza, bıkmadan usanmadan dünyanın yükünü sırtında taşıyor ve gıkı bile çıkmıyor. Ya Atlas’a ne demeli? Atlas, Olimpos Dağı’ndaki tanrılara savaş açmış ve kaybetmişti. Ve tanrılar kestiler cezasını, şimdi gökkubbeyi omuzlarında taşıyor. Gökkubbeyi değil, tanrılar kendilerini taşıttırıyor; göklere yerleşenlerin ağırlığı altında eziliyoruz. Hiyerarşik düzenin tepesindekiler kendi mitlerini uydurmuş ve bizim payımıza da yeryüzünde yük taşımak düşmüş. 14. Louis kendisini güneş-kral ilan ettiğinde mitolojideki Tanrı Apollon figürünü yakıştırmıştı kendisine. Sabah, suların altından çıkıp göğe yükseliyor ve bütün gün evreni yönettikten sonra akşam olduğunda derin sularda istirahata çekiliyordu. Güneşi bile bize taşıttılar. İktidarı taşımaktan bıkmadınız mı? Hafiflemeyi hiç mi özlemediniz?

Özleyemezsiniz, çünkü sırtınızı yüke yaslamanızı öğütlediler, yoksa dengeniz bozulacak. Dengemiz bozulmasın diyedir sırtımızdaki yükler. Daha fazla yük, daha fazla denge. Denge, düzen demektir. Dengemiz bozulursa düzenleri bozulacak, yer ve işlevleri sabitlenmiş mevcut şeyler düzeni. Dengeye nasıl da körü körüne bağlıyız; körleştik, ok yaydan çıkmış, fakat göremiyoruz: “Zaman oku görünmüyorsa, madde görmez, dengeye körü körüne bağlı kalır; zaman oku ortaya çıktığındaysa, madde dengeden uzaklaşmış olarak görmeye başlar” (Prigogine, Kesinliklerin Sonu, Sarmal). Sırtınızdaki yüklerden kurtulmadan, dengenizi bozmadan göremezsiniz. Göremezsiniz gelmekte olanı; gelmekte olan, mevcut şeyler düzenini değiştirecek. Ama yine de siz bilirsiniz. Dengeniz bozulursa, hafifleyeceksiniz.

Düzenin zamanı döngüseldir, hep aynı olanın durmadan geri geldiği kısırdöngü. Despot yerinden olmak ister mi? O yüzden aynı olanı durmadan geri getiriyor. Sisifos’u döngüsel zamana hapsettiler. Kısırdöngü içinde kıskıvrak yakaladılar bizi; sırtımızda ağırlık, kuvvetsiziz. Oysa yaşam nasıl da kuvvetli; denge ile dengesizlik, düzen ile düzensizlik, kosmoz ile kaos arasındaki bitimsiz geçişler, dinamik süreçler. Siz hiç hayatın donup kaldığını gördünüz mü? Ama bizler iktidarın zamanında donup kaldık. Nobel ödüllü kimyacı Ilya Prigogine, “madde dengedeyse kördür” diyor. Chalelet “maddenin siyaseti”nden söz ediyor: “İnsan kuvvetlidir, insan maddedir” ve ekliyor: “kuvvet; buna özgürlük de denir” (Deleuze, F. Châtelet’nin Felsefesi, Bağlam). Kuvvet ya da özgürlük, zaman okunu görebilmektir. Zaman oku, kısırdöngünün çemberini çatlattı bile. Yaşamın kuvvetleri sızıyor içeri.

“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç.” Geri dönemeyiz artık. Zaman oku fırladı; geri dönüşü olmayan dinamik süreçlerdeyiz, yaşamın kudreti. Birazdan gecenin karanlığı çökecek yeryüzüne. Ve gece yeni zamanlara gebe. Zamanlar ise yeni biçimlere. Hâlâ dengeden mi söz ediyorsunuz? Yol ağızlarındayız, karar ile kararsızlık arasındaki o ince çizgide. Ama zaman kararını çoktan verdi. Zaman yeni biçimler doğuracak: “Biz zaman okunun çocuklarıyız” (Prigogine).