Almanya‘nın Sol Parti‘sinin genel başkanlığını önümüzdeki dönem iki kadın politikacı paylaşacak. Farklı eğilimleri temsil eden Janine Wissler ve Susanne Hennig-Wellsow‘un önünde altı eyalet, bir de genel seçim sınavı var.

Sol kadınlara emanet

Almanya‘da sosyal demokrasinin solundaki en güçlü siyasal örgüt ‘Sol Parti’ (Die Linke), önümüzdeki dönem iki genç kadın tarafından yönetilecek. Sanal ortamda gerçekleştirilen kurultayında partinin Hessen ve Thüringen eyalet meclislerindeki grup başkanları Janine Wissler (39) ve Susanne Hennig-Wellsow (43) eş genel başkanlığa seçildiler.

Biri Almanya’nın batısından, diğeri de doğusundan iki politikacının bu göreve seçilecekleri sonbahardan bu yana belliydi. Partinin eş genel başkanlığını dokuz yıldır yürüten Katja Kipping ve Bernd Riexinger’in yerine uzlaşıyla aday gösterilmişlerdi. Koronavirüs nedeniyle iki kez ertelendikten sonra gerçekleştirilen kurultayda, Wissler ‘kadınlar listesi’nde tek aday olarak seçime girdi ve delegelerin yüzde 84‘ünün oyuyla seçildi. ‘Açık liste’den seçime giren Hennig-Wellsow da son anda karşısına çıkan iki erkek adayla yarıştı ve oyların yüzde 70‘ini alarak rakiplerini geride bıraktı.


İki yeni eş başkan başta muhalefette kalma ya da diğer partilerle koalisyona girme konusunda birbirinden farklı tutumların temsilcisi olarak görülüyor. Ancak içinde bulunduğumuz yıl gerçekleştirilecek eyalet seçimleri ve eylül ayındaki genel seçimde sandık aritmetiklerinin sosyal demokrasi ve yeşillerle koalisyon hükümetlerine olanak sağlaması halinde, her ikisi de bu yönde çaba gösterebilir.

Şu anda üç eyalette (Thüringen, Berlin, Bremen) sosyal demokrat ve yeşillerle koalisyonlarda yer alan Sol Parti’nin federal düzeydeki oy oranı son kamuoyu yoklamalarına göre yüzde 7-8 arasında değişiyor. Yeşiller’in oy oranı yüzde 17-20, SPD’nin ise yüzde 15-17 düzeyinde. Her üç partinin oy oranlarında yüzde 2-3 civarında artış olması halinde Sol Parti’nin küçük ortak olduğu bir üçlü koalisyon teorik olarak mümkün. Yeşiller’in liderliği, bu olasılığı tartışmaya bile yanaşmıyor, ancak SPD ve Sol Parti’den birçok politikacı tarafından zaman zaman dile getirip, açıkça savunuluyor.

SOSYALİST HAREKET GELENEĞİ

Hessen Eyalet Meclisi’nde 12 yıldır Sol Parti Grup Başkanlığı’nı yürüten, altı yıldır da partinin federal düzeydeki genel başkan yardımcılarından biri olan Wissler, partinin sol kanadının tanınmış liderlerinden. Kurultay Sol Parti’nin ‘işçi sınıfı hareketinin geleneğine’ ve ‘Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in liderliğindeki sosyalist harekete’ dayandığını vurgulayan Wissler’in konuşması, ‘Bir sınıflı toplumda yaşıyoruz ve yaşanan krizde bu durum daha da belirgin hale geliyor. Toplumda köklü dönüşümleri sağlayacak somut reformlar gerçekleşleştirmek istiyoruz’ vurgularıyla, klasik sol mesajları içeriyordu.

Ancak gençlik yıllarından beri parti içindeki Troçkist örgütlenmenin üyesi olan Wissler’in, kurultaydan kısa bir süre önce son yıllarda ‘Marks21’ adını alan bu gruptan ayrıldığı açıklamış olması, bundan sonra daha ‘uzlaşıcı’ bir çizgi izleyebileceğine dair bir ipucu olarak görülüyor. Wissler, geçmişte de Hessen eyaletinde SPD ve Yeşiller’le koalisyon olasığının ortaya çıktığı bir dönemlerde, işbirliği görüşmelerine girmiş, ‘sorumluluk gereği’ yapıcı bir rol üstlenerek yer almıştı.

Şimdi kadar partinin Thüringen teşkilatı ve Eyalet Meclis Grup Başkanlığı’nı yürüten Hennig-Wellsow ise diğer ‘ilerici partiler’le işbirliğini savunmanın yanısıra, zaten böyle bir işbirliğinin kurulması ve işlemesinin önde gelen mimarlarından. Thüringen’de 2014’te Sol Parti’li Bodo Romelow’un başbakanlığında kurulan ‘Sol Parti-SPD-Yeşiller’ üçlü koalisyonda onun büyük katkısı olmuştu. Orada geçtiğimiz yıl yaşanan kriz sürecinde, aşırı sağcı parti AfD’yle işbirliğine giren liberal ve muhafazakâr partilere karşı kararlı tavrıyla da dikkatleri çekmişti. Aşırı sağcı ve Hıristiyan demokratların oylarıyla eyalet başbakanlığına seçilen liberal politikacının kısa sürede devrilmesinden sonra Romelow’un liderliğinde yine Sol Parti ağırlıklı bir ‘azınlık hükümeti’nin kurulmasına katkıda bulunarak krizin ertelenmesini sağlamıştı.

Kurultayda yaptığı konuşmada ‘Bir şeyler değiştirmek istiyorum ve bunun için beklemek istemiyorum, çünkü insanların artık bekleyecek hali kalmadı’ diyen Hennig-Wellsow, Hıristiyan demokrat partileri iktidardan uzaklaştırmayı hedeflediğini vurguladı.

KURULTAY ‘HAYIR’ DEDİ

Sol Parti kurultayının en önemli sonuçlarından biri partinin dış politika çizgisinde değişimi ve özellikle Alman ordusunun her türlü ülke dışı operasyonuna karşı çıkan katı tavrından vazgeçilmesini öneren yaklaşımın reddedilmesi oldu. Kurultaydan önce bu yönde açıklamalarda bulunan Federal Milletvekili Mattias Höhn’ün bu çıkışı, Sol Parti’yi SPD ve Yeşiller’le federal düzeyde koalisyona hazır hale getirme çabası olarak görülüyordu. Partinin bir bölümünün desteğini de alan Höhn, kurultayda parti genel başkan yardımcılığına aday olarak, bu çıkışını delegelere de onatlatmayı denedi, ancak bunda başarılı olamadı. Delegeler onu değil, Birleşmiş Milletler çatısı altında olanlar da dahil olmak üzere, silahlı kuvvetlerin ülke sınırları dışında görevlendirilmesine karşı çıkan Tobias Pfüger’i yeniden seçerek, değişime karşı çıktı.

Ancak bu konu, Sol Parti‘nin ‘hükümet edebilirliği’nin ölçüsü olarak görülmeye devam ediyor. Bu partiyle federal düzeydeki işbirliğine zaten gönüllü olmayan sosyal demokrat ve yeşil politikacılar, Sol Parti’nin öncelikle bu konudaki katı tutumu nedeniyle bir işbirliğinin mümkün olmadığına işaret ediyorlar. Resmen Almanya’nın NATO’dan çıkmasını, şu anda dünyanın çeşitli ülkelerindeki tüm Alman askeri birliklerinin hemen geri çekilmesini savunan Sol Parti’nin bu tutumunu devam ettirmesi halinde, genel seçimden sonraki meclis aritmetiği SPD ve Yeşiller’le koalisyona gitme şansı bulunmuyor. Çünkü, böyle bir durumda diğer partilerin bu konudaki mevcut uygulamayı değiştirmeye yönelik bir talebi yok. Bu konuda Sol Parti içinde önümüzdeki dönem de tartışmaların sürmesi bekleniyor. Partinin yeni eş başkanlarından Hennig-Wellsow’un da ‘Birleşmiş Milletler çatısı altında dışarıya asker gönderilebilir!’ yaklaşımına yakın olduğu biliniyor.

Geçtiğimiz haftalarda Sol Parti yönetiminin Küba hükümetine yönelik eleştirel açıklaması da, örgüt içinde geleneksel dış politika çizgisine karşı eğilimlerin giderek güçlendiğini göstermişti.

Kurultay’da genel başkanların yanısıra, Merkez Yürütme Kurulu başta olmak üzere diğer yönetim organları da seçildi. Partinin Bavyera teşkilatı yöneticilerinden Ateş Gürpınar da genel başkan yardımcılığına seçilen politikacılar arasında yer alıyor.

SOL PARTİ

Kendisini ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlayan Sol Parti (Die Linke), resmi kuruluş tarihine bakılırsa oldukça ‘genç’ bir parti. Ancak aslında Almanya’da sosyal demokrasi ve sosyalist hareketin parçası olarak 19’ncu yüzyıl ortalarına kadar giden bir tarihi geçmişi dayanıyor.

Sol Parti adıyla 2007 yılında, Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nden (SPD) ayrılan sol sosyal demokratların kurduğu WASG (Emek ve Sosyal Adalet İçin Seçim Alternatifi) partisiyle, Sol Parti-PDS’in (Sol Parti-Demokratik Sosyalizm Partisi) birleşmesiyle kuruldu. Sol Parti-PDS, yıkılıp Batı Almanya’ya yani Federal Almanya Cumhuriyeti’ne bağlanan Doğu Almanya’nın (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) iktidar partisi SED’nin (Sosyalist Birlik Partisi), çeşitli dönüşümlerden sonra aldığı son ismiydi.

Almanya’nın batı ve doğusundaki çeşitli sosyal demokrat, sol, demokratik sosyalist eğilimleri birleştirmeyi hedefleyen Sol Parti, uzun yıllar sadece muhalefette kaldıktan sonra, eyaletler düzeyinde SPD’yle ya da SPD ve Yeşillerle koalisyon hükümetleri kurarak, iktidarda da yer almaya başladı.

2017’deki son genel seçimde oyların yüzde 9,2’sini alan Sol Parti, halen üç eyalette de koalisyon ortağı. Thüringen eyaletindeki Sol Parti ağırlıklı koalisyon, Hıristiyan demokratların dışarıdan verdiği geçici destekle yürüyor.