İdlib operasyonu ile cihatçıların son egemenlik alanının ortadan kalkması, Türkiye’nin zaten sınırlı kalmış gücünü de büyük oranda kıracak, iflas etmiş Suriye politikası iyice çıkmaz sokağa doğru sürüklenecektir

Tahran zirvesi ve siyasi kırılmalar

Suriye’de yedi yıldır devam eden savaşın düğüm noktalarından birisi İdlib. Geçen hafta Rusya ve Suriye rejiminin İdlib’e müdahaleleri (ve operasyon hazırlıkları) sonrasında Türkiye’nin itirazları dile getirilmeye başladı. ABD, Almanya ve Fransa da Türkiye’ye desteklerini iletti. ABD ve Fransa, ‘kimyasal silah’ tezgahı üzerinden İdlib’e müdahale kozunu da ortaya koydu. Ekonomik yaptırımlar sonrasında gerilimin had safhaya ulaştığı ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey bu sırada Türkiye’yi ziyaret ederek, İdlib’deki tutumu nedeniyle tebriklerini de iletti.


Bu yoğun trafik içinde Cuma günü Tahran’da, Rusya, İran ve Türkiye İdlib’e ‘çözüm arayışı’ için bir araya geldi. Zirvenin canlı yayınında, Erdoğan’ın ‘ateşkes çağrısına’, Putin’in resti zirvenin sonuçları için de olası gelişmeleri için de özet olarak kabul edilebilir. Erdoğan ise Tahran dönüşü, hızla bir açıklama yaparak ‘seyirci kalmayız’ dedi. Önümüzdeki günlerde bunun sonuçları yaşanmaya başlayacak.

İdlib’de kaçınılmaz son!
IŞİD başta olmak üzere cihatçı güçler iç savaşının ilk döneminde Suriye topraklarının geniş bir bölümünü egemenlikleri altına aldı. ABD ile birlikte AKP’nin de Arap Baharı’nın esintisi olarak tanımlayıp, ‘Sünni devrim alanları yaratılıyor’ coşkusuyla selamladıkları cihatçı güçler için İdlib son durak olacak görünüyor. CIA’in kamplarında, ABD silahlarıyla ve Türkiye’nin (ve onunla birlikte Körfez ülkelerinin) desteğiyle palazlandırılan cihatçılar için, IŞİD’nin denge bozucu biçimde egemenlik alanını genişletmesi ve küresel bir riske dönüşmesi sonrasında durum değişmeye başladı. Bu sırada Rusya’nın Suriye rejiminin yanında ağırlığını koyması, İran’ın sahaya inmesiyle iç savaşın seyri değişti.

IŞİD, ABD’nin müdahalelerinin bir aracı haline gelirken, Türkiye, ÖSO çatısı altında toparlamaya çalıştığı güçlerle etkinliğini sürdürmeye çalıştı. İdlib, cihatçı güçlerin son sığınağı olarak, Astana mutabakatı çerçevesinde bir cihatçı toparlanma alanına dönüştü. Türkiye ise (İdlib’de, Nusra ve HTŞ gibi kendi kontrolündeki gruplar için de risk oluşturan unsurların tasfiyesi ile birlikte) belli cihatçı güçlerin kontrol ve etkinliğini korumaya çalışıyor. Suriye’nin siyasi geçiş sürecinde Türkiye’nin etkinliğini korumaya devam edebilmesi ancak dar bir alanda da olsa kurulacak bu tür bir İslamcı egemenlik alanı üzerinden gerçekleşebilecek.

Türkiye bunun için askeri operasyon seçeneğini dışlayarak ya da kontrollü-sınırlı bir noktaya çekerek, süreci uzatmaya çalışıyor. Rusya-İran-Suriye ile İdlib arasında izlenen bu denge politikası ya da ABD ve Fransa’nın askeri operasyon tehditleri ile sürecin tersine çevrilmesinin artık mümkün olmadığı bir evredeyiz. Bu Suriye’deki savaşın geldiği noktadaki kaçınılmaz bir sonucudur.

Türkiye ve Rusya-İran kırılması
İdlib üzerindeki tutumlar ve olası gelişmelerle Türkiye ile Rusya-İran ilişkisinde bir kırılma noktasına doğru gidildiği görülüyor. Türkiye, giderek güç kaybettiği Suriye’de cihatçı güçler üzerinden tutunma alanları oluşturmaya yönelik politikasını, ABD-Rusya dengesindeki açıklar üzerinden ilerleyerek sürdürmeye çalıştı.

Rusya, ise Türkiye’nin ABD-Batı kampıyla çelişkilerini artırarak kendi yanında tutmaya çalışırken, Türkiye’ye sahada belli alanlar da açtı. Astana ve ikili ilişkiler içinde bu denge korunurken, sahada ise Suriye rejimi kontrolünü güçlendirdi. Astana’da yaratılan çatışmasızlık bölgelerine rağmen, Türkiye’nin, Suriye’nin geleceği konusundaki yaklaşımı Rusya ve İran’la uzlaşmadı, sahadaki hareketleri de uyum göstermedi.

Meselenin bir başka ucunda da ABD-Rusya merkezli paylaşım var. Bu noktada da uzunca zamandır Fırat’ın Doğusu ve Batısı üzerinden zımni bir paylaşımın kabul edildiği, sınırların ve siyasi geçişin belirlenmesine yönelik bir müzakerenin (düşük yoğunluklu savaşla birlikte) devam ettiği bir tablo var. Türkiye’nin bu noktadaki bir başka çelişkisi de hem ABD hem de Rusya ile Kürtlerin geleceği üzerinden yaşanmaya devam ediyor. Türkiye için İdlib’de cihatçı güçler üzerinden sahada kalmaya çalışmasının nedenlerinden birisi buradaki pazarlığını siyasi geçiş sürecinde devam ettirebilmesi. İdlib operasyonu ile cihatçıların son egemenlik alanının ortadan kalkması, Türkiye’nin zaten sınırlı kalmış gücünü de büyük oranda kıracak, iflas etmiş Suriye politikası iyice çıkmaz sokağa doğru sürüklenecektir. Bu durum kuşkusuz Rusya-İran ilişkisi anlamında da Türkiye için kırılma noktası olarak ortaya çıkacaktır.

İpin öteki ucunda ABD var
ABD, Suriye rejimini değiştirme iddiasını, IŞİD ve sonrasındaki cihatçıların etkinlik kaybıyla birlikte geride bıraktı.

ABD uzunca zamandır, Kürt inisiyatifi üzerinden Suriye’de hegemonya alanı oluşturmaya odaklanmış durumda.

İdlib dahil olmak üzere gündeme gelen öteki konuları da bu temel politikasının taktik parçası olarak ele alıyor.

Bugün ortaya çıkan durum da biraz böyle şekillenecek. ABD’nin, Suriye’deki iç savaşın seyrini tümden değiştirecek, İdlib’le birlikte rejim değişikliğini tekrar gündeme taşıyacak yeni bir savaş sürecini başlatması verili koşullar içinde pek de mümkün değil. O zaman bir pazarlık taktiği olarak gündeme gelebilecek kimi adımların ötesinde, Suriye’nin paylaşımına yönelik sahadaki durumun olgunlaşması ve siyasi bir geçiş formülüne dönüştürülmesi noktasında bir sapma beklememek gerekir.

Türkiye için ise durum acı bir sondan ibaret olacaktır. Türkiye’nin, Rusya ile bu çelişkileri ABD ile yeni bir ilişki düzleminin kolayca oluşturulabileceği anlamına gelmeyeceği de açıktır. Ancak, Türkiye’nin ABD-Rusya dengesi üzerinden ilerlediği koşullar bitmiştir. Türkiye, Esadlı bir geçişin artık tartışmasız hale geldiği noktada etkin olabilmenin yolunu daha çok ABD ve Batı ilişkileri içinde aramak zorunda kalabilir. İdlib konusundaki tutum ortaklığı Türkiye için Batı'ya tekrar kabulünün anahtarı olarak kullanılabilir. Öte yandan da ABD için de Türkiye’nin, Tahran-Rusya bağlamının dışına çıkarılması ve Türkiye’nin Suriye’deki ABD planını kabullenmesi için yeni bir baskı imkanı anlamına gelebilir. O yüzden önümüzdeki günlerde AKP’den ABD’ye çarkı hiç sürpriz olmamalı.

İflas…
Türkiye’nin yeni Osmanlıcı dış politikası uzun zaman önce iflas etti. Uzatmaların da sonuna geliniyor. ABD-Rusya dengesinde, bölgesel aktör olma (hatta yandaş basının havaya girerek ürettiği küresel liderlik) pozları duvara tosladı. Putin’in canlı yayın resti, ABD’nin yaptırımları derken Türkiye’nin hem ekonomik hem siyasi olarak nasıl güçsüz düşürüldüğü görülmeye başladı. Siyasal İslam’ın fetihçi politikaları büyük güçler mücadelesi için tuzla buz oldu. Bu çaresizlik içinde önümüzdeki günler Türkiye’nin hem ekonomik olarak hem de Ortadoğu’da neleri kabullenmek zorunda kalacağını göreceğimiz günler olacak… Yeni yılın sonunda yıkılmış bir Suriye ile birlikte bu savaşın içinde etnik-mezhepsel ayrışma dinamikleri derinleşmiş, ekonomik ve siyasi olarak daha da hırpalanmış bir Türkiye var. Elbette bunun faturasını emekçi halklar ödemeye devam edecek.

Peki çözüm… Gerçekçi olmak gerekirse Suriye’nin geleceği, artık sadece Suriye’deki güçlerin elinde değildir.

Anti-emperyalist bir bilinçle yürütülecek mücadele güçlenmeden Suriye ve Orta Doğu'nun kaderini değiştirmek de mümkün değil...