En korkunç olanın sıradanlığı ürkütüyor. Bizi adaletten, uygar ve demokratik bir yönetim ihtimalinden uzaklaştıran belki de en önemli unsur acıların kanıksanmışlığı. 13 Kasım Pazar günü Beyoğlu’nda bir bomba patladı. Devamında gelişen olaylar hiç sıradan değil. Oysa aradan henüz üç gün geçmesine rağmen her şey olağan akışına dönmüş gibi. Günlük “terörist” içerikli suçlamalar ve haberler akışı içerisinde adeta eskidi olup biten. Parçalanmış bir bebek arabası fotoğrafı, yerlerde toplarından boşalmış metrelerce kumaş yığını ve kırık eşyaların göründüğü siyah beyaz fotoğrafın yanına yerleşti.

Hemen iktidardan muhalefete herkes “terörü lanetledi”. Cumhurbaşkanlığı ofisinden çekmecede hazır bekleyen Türkiye’yi yolundan çevirmeye çalışanların asla başaramayacağı, ülkemizin “azim ve direncinin” kırılamayacağı yönünde milli birliğimiz, güçlü yükselişimiz ile ilgili açıklamalar sıralandı. İç işleri bakanı terörün Türkiye’ye yakışmadığını açıklayınca anladık ki terörün yakıştığı yerler de var. Ancak o bilgiyi bize bahşetmediler. Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu “iradeyle” bu yıl 200’den fazla saldırıyı önlemenin haklı gururu ama işte bir saldırıyı kaçırmanın da mahcupluğu içindeydi bakan. Yandaş basın her şeyin kontrol altında olduğu haberleriyle halkı teskin etti. Tabi olay anında ilk yardımdan da önce hemen sosyal medya kapatıldı. Yayın yasağı getirildi.

Her şey olağan akışında seyrediyor. Olağan olmayan tek şey katliamlar tarihi ne yazık ki kalabalık olan ülkemizin en hızlı aydınlanan saldırısıyla karşı karşıya olmamız. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılmış bir kadın hemen yakalandı ve hemen PKK-PYD tarafından görevlendirildiğini itiraf etti. Ardından da MHP ilçe başkanıyla karşılıklı telefon görüşmeleri olduğu söylendi. İlçe başkanı, papatya falı bakar gibiydi. İfadeye çağırıldım, çağırılmadım, gittim, gitmedim açıklamaları yaparken önce “terör örgütü tarafından üzerine oyun oynandığını” söyledi ama terör örgütünün oyun oynamak için neden kendisini seçtiği anlaşılamadan ehliyet fotokopisiyle üzerine hat alındığı açıklandı. Şırnak valiliği de hattı kullananın ilçe başkanı olmadığını duyurdu. “Allahınizniyle” bu saldırı en hızlı şekilde aydınlanıyor. Atılan en önemli ve etkili adım şüphesiz uzun zamandır saksıda olmak hasebiyle ev hapsinde tutulan suçlu ağaçların ters kelepçeyle alınarak gözaltında kaybedilmesi oldu. Artık kimse oralara bomba bırakamayacak.

Bombayı koyan Suriye asıllı kadın yakalanmadan önce “olağan şüpheliler” sosyal medyadan açıklandı. Avukat JiyanTosun ve Eren Keskin hedef gösterildi. Ölüm tehditleri alıyorlar. Can güvenliklerinin sağlanması ve kimliklerini, kişisel bilgilerini servis edenlerin soruşturulması hakkında bir açıklama yapan da benim gördüğüm kadarıyla olmadı.Kısacası MHP ilçe başkanı hakkında adına kayıtlı telefon hattı ilişkisi nedeniyle yapılan iddiaların resmi makamlarca hızla açığa kavuşturulması süreci hiçbir ilişkilendirme olmaksızın hedef gösterilen insan hakları savunucusu olağan şüpheliler için işletilmedi.

Benim takip edebildiğim süreç içinde saldırının ardında olduğu açıklanan terör örgütlerinin saldırıyı üstenmeyişlerini açık ve net duyurusuyla akıllarda soru işaretleri çoğaldı. Hal böyle olunca “milletimiz” de dedektif gibi kadının kamera kayıtları, önceki fotosu, kaçış anı, kıyafeti, yediği yemek, MHP ilçe başkanının açıklamalarıyla olayları anlamaya çalışıyor.

Evet Taksim, Beyoğlu ilk kez karşılaşmıyor büyük acılarla. 6-7 Eylül karanlığı da hafızalarda tek değil. Sokakları kana bulayan patlamayla birlikte 1 Mayıs 1977 Kanlı Pazar’ı akıllara düştü hemen. 34 kişinin öldürüldüğü yüzlerce yaralıyla sonuçlanan “işçi bayramı” katliamının sorumluları bulun(A)madı. 30 aralık 1994’te The Marmara otelininaltındaki kafede patlayan bomba Yasemin Cebenoyan ve Onat Kutlar’ı aldı bizden. PKK itirafçıları yine gündemdeydi ancak patlamayı üstlenen İBDA-C adlı örgüt olmuştu. Tam olarak aydınlatılamayan katliamın sorumlu görülen sanıkları da tahliye edildiler. Gezi direnişinin merkezi Taksim direnişte yitirdiğimiz evlatlarımızdan Berkin Elvan’ın 16 kilo bedeninin de uğurlandığı yer oldu. Farklı yerlerde hedef olan ve öldürülenlerin tamamı adalet bekliyor. Birkaç yıl önce 19 Mart 2016’da aynı caddede IŞID tarafından gönderilen canlı bombadan söz eden de olmadı pek. Oysa zamanın ruhu, siyasetin akışı akıllara taze olanı getirmeliydi. 7 Haziran seçiminin iktidar tarafından beğenilmeyen sonuçlarının ardından ülkemizin her yanında yaşanan ve büyük acılar getiren kaos; halkları, kentleri birbirine düşman ederek siyasal partiler üzerinden mesnedinin ötesinde taraftarlıklar tanımlamış, ülkeyi ittifaksız seçime gidemez hale getirmişti. Şimdi birbirine en uzak görüşlerin ortak acılar ve eşitsizlikler üzerinden oluşan birlikteliğinin yarattığı rahatsızlığın benzer bir ayrışma ve kenetlenme yaratıp yaratmayacağı tartışılırken HDP’nin muhatap alınıp alınmamasıyla ilgili papatya falı formülünü sürdüren Bahçeli, ülkenin en önemli sorununun terör olduğunu grup toplantısında açıkladıysa da araştırmalar ve sokak başka şey söylüyor.

Sözün bittiği yerdeyiz diye düşünen çok. Öyle sanıyorum ki adil, eşit ve demokratik bir düzen istiyorsak söz bitmez. En önce belleğimize ve söylenecek sözümüze güvenmeliyiz.

“yara böyle bir şey diyorum da
kimse duymuyor, görmüyor
kolum kanadım kırık dönüyorum
gökyüzüme bulaşıyor kininiz

dar alan diyorum aklınız için
oysa herkes biliyor eşiğinizi
ıpıslağım geceden günden beri
yasağa çalıyor hep diliniz

elleriniz kırılsın diyorum da
diliniz tutulsun üşümekten
korkunuzu sarıp sarmalayın
ben geçmedim, siz geçiniz!

yalan cadde, zulüm sokak
no yok diyorum, susmuyorum
ezberlense bari bu şiir, nedensiz
kan damlıyor, mayın gibi güneşiniz.”*

*Turgay Kantürk / 1 Mayıs Şiiri