Taliban’ın idare edeceği Afganistan, hem jeopolitik hem de toplumsal pek çok meseleyi beraberinde getiriyor. Rusya ve Çin gibi aktörler ABD’nin bıraktığı boşluğu doldurmaya hazırlanıyor. Hindistan, Pakistan’ın ve Çin’in alan kazanacağı gelişmeleri kaygıyla izliyor. Yaşanacaklardan Türkiye ve İran’ın payına düşecekler de var.

Taliban’dan Türkiye ve İran’ın payına düşecekler

Dr. Öğr. Üyesi Gülriz Şen

Biden yönetiminin ABD’nin “namütenahi savaşlarına” son verme kararı çerçevesinde Afganistan’da 20 senedir süren askeri mevcudiyetini bitirmesi beklendiği üzere ülkenin Taliban kontrolüne geçmesi ile sonuçlandı. Öngörülemeyen şey ise Taliban’ın bu denli hızlı bir şekilde kontrolü ele geçirmesiydi. Taliban’ın idare edeceği Afganistan hem jeopolitik hem de toplumsal pek çok meseleyi beraberinde getiriyor. Afganistan’da yeni yönetimin uluslararası aktörler tarafından tanınıp tanınmayacağı tartışılırken insani yardım, göç krizi, uyuşturucu ticareti ile mücadele ve bölgenin istikrar ve güvenliği gibi konular üzerinden bölgesel ve küresel güçlerin Taliban ile angajmanının kaçınılmaz olduğu görülüyor.

Devletlerin sinyallerini verdiği pragmatik yaklaşımlar, Taliban’ın “geçmişten ders alıp değiştiğini, ılımlılaştığını” vurgulayıp, ülkede “şeffaf ve kapsayıcı bir hükümetin kurulacağına” dair ümit ve beklentilerle bu süreci yumuşatmaya çalışıyor. Ancak başta kadın ve insan hakları dernekleri olmak üzere küresel sivil toplum kuruluşları Afganistan’daki kadınların son yirmi senede elde ettiği özgürlük ve kazanımların meçhul geleceğini, dini ve etnik azınlıkların yeni dönemdeki durumunu insani güvenlik kaygıları üzerinden tartışmaya ve takip etmeye devam ediyor. Bölgede Rusya ve Çin gibi aktörler ABD’nin bıraktığı boşluğu Taliban üzerinde kuracakları nüfuz ve kontrol ile doldurmaya hazırlanıyor; Hindistan, Pakistan’ın ve Çin’in alan kazanacağı gelişmeleri kaygı ile izliyor. Afganistan’daki sancılı dönüşümün bu ilk evresi, göç, sınır güvenliği, kimlik ve iktisadi ilişkiler gibi konular üzerinden hem Türkiye hem de Afganistan’ın sınır komşusu İran tarafından da yakından izleniyor. Bu yazı, Afganistan’daki son gelişmelerin Türkiye-İran ilişkilerine mevcut ve olası yansımalarını göç ve sınır güvenliği gibi başlıklar üzerinden tahlil etmeyi amaçlıyor.

SINIRLAR VE SIĞINMACILAR

“İmparatorluklar mezarlığı” olarak anılan Afganistan, her şeyden önce dış müdahaleler ve iç savaş nedeniyle ülkenin kendi yurttaşları için bir mezar oldu. Afganistan’da devlet ve toplum inşasının bir türlü sağlanamaması, ülkedeki savaş ve yıkımdan canını kurtarmak isteyen milyonlarca insanın 1970’lerin sonundan itibaren iltica ettiği göç krizlerini doğurdu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre 1979’dan günümüzdeki son krize dek beş milyona yakın Afgan yurttaşı vatanlarını terk etmek zorunda kaldı ve bu mültecilerin yüzde 90’ı ülkenin sınır komşuları olan İran ve Pakistan’a sığındı. İran’da bugün resmi verilere göre 780 bin kayıtlı sığınmacı olmakla birlikte kayıt dışı Afgan nüfusunun 2 milyonu aştığı tahmin ediliyor. İran’da yaşayan Afganların ülkeye entegrasyon ve uyumu ise hiçbir zaman tam manasıyla sağlanamadı. 2000’li yıllarda artan uluslararası yaptırımların ekonomiye getirdiği zorluklar, güvencesiz çalışan Afgan mültecileri de İran’ı terk etmeye zorladı. Bu süreç özellikle Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve akabinde uygulamaya koyduğu azami baskı politikası ile şiddetlendi. Yine 2010’larda Afganlar bölgedeki jeopolitik çekişmelerin de bir öznesi oldu. İran vatandaşlığını elde etmek, ailelerine barınma ve sağlık, çocuklarına eğitim gibi temel hak ve imkanları sağlamak için pek çok Afgan, İran’ın Suriye’de örgütlediği Fatimiyyun Tugayı’na katıldı ve Esad yönetiminin saflarında savaştı.

Afganistan’da Taliban’ın idareyi ele geçirmesinin halkta yarattığı dehşet ve korku, İran için mevcut iktisadi koşullar ve pandemide yaşadığı 5. dalga göz önüne alındığında hiç de istemediği yeni bir göç dalgasını doğuruyor. Önceki haftalarda Türkiye-İran sınırından Türkiye’ye yaşanan yoğun düzensiz göçmen girişi, Tahran’ın Afganistan’dan kaçanların sınırlarından geçmesine izin verip, İran’da kalmadan Türkiye’ye veyahut Avrupa’ya gidebilmeleri için sınıra yönlendirdiği iddialarını kuvvetlendiriyor. Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesinin ardından Türkiye sınır kontrollerini arttıracağını açıklarken, Tahran da sınırlarını Afgan göçüne kapattığını duyurdu. Bir taraftan İran Kızılayı Afganistan sınırındaki vilayetlere sığınmacılar için geçici kamplar kurduğunu duyururken, İran İçişleri Bakanlığı yetkilileri bu tedbirleri yalanladı. İran’da özellikle reformcu kesim hükümetten Tahran’ın mazlumlara kollarını açmasını ve Afgan sığınmacılara izin vermesini talep ederken, yönetimin bu külfeti taşımak istemediği ve diplomatik kanallardan Afganistan’da istikrarlı bir hükümetin kurulmasını ve ülkenin bir an önce istikrara kavuşmasını telkin ettiği görülüyor.

SINIRDA ÖRÜLEN DUVARLAR

Afganistan kaynaklı göçün Türkiye-İran sınırında yapımına 2017’de başlanan duvar inşasını da hızlandırdığı görülüyor. Önceleri sınırdaki PKK faaliyetlerini engelleme, insan ve ticaret kaçakçılığı ile mücadele için inşa edildiği duyurulan duvarın yeni misyonu Afganistan’dan gelen göç dalgasına engel olmak. Bu krizin İran üzerinden sınırlara ulaşması ise Türkiye-İran ilişkilerine uzun soluklu bir Afgan göçü boyutunu da ekleyecek gibi duruyor. Türkiye, Afganistan’ı terk edenlerin Pakistan gibi komşu ülkelere sığınmasının altını çizerken, sürecin bu ülkelerle sınırlı kalamayacağı, ABD’nin müttefikleri ile daha fazla göçmene sınırlarını açmaları için yoğun temas içinde olduğu da görülüyor.

Dahası 534 km uzunluğundaki Türkiye-İran sınırına örülmesi planlanan 250 km’yi aşacak duvarın göç dalgasını ne denli sınırlayacağı da belirsiz. Bu bağlamda ABD-Meksika sınırındaki duvarın göçü engellemedeki başarısı da oldukça tartışmalı. Tam da bu nedenle, Göç uzmanlarının da altını çizdiği gibi, Türkiye, İran ve sınırlarını göçmenlere karşı adeta kale gibi koruyan Avrupa Birliği arasında yeni bir mutabakatın zarureti, Avrupa’nın daha çok sığınmacı alması veya Türkiye ile İran arasında da geri kabul anlaşması benzeri bir mekanizmanın ihtiyacı ortaya çıkıyor. 15 Ağustos’tan bu yana tanık olunan tablo ise her iki ülkenin de göçmenleri sınırlarına almadan göçü durdurmaya çalıştığını anlatıyor.

GÜVENLİK VE İKTİSADİ ARAYIŞLAR

Taliban idaresi altındaki Afganistan’ın güvenlik açısından öncelikli etkisinin İran’da hissedileceği iddia edilebilir. İran, güvenlik risklerini azaltmak ve sınırlarını korumak için Devrim Muhafızları birliklerini ve ordu güçlerini Afganistan sınırına yığmış durumda. Tahran, Selefilikten de beslenen Beluç kökenli Ceyş’ülAdl gibi örgütlerin Taliban’ın başarısından feyz almaması için teyakkuzda. Öte yandan, ABD’nin doğu sınırlarından çekilmiş olmasının İran’ın bölgedeki Amerikan varlığının son bulmasını arzu eden stratejisi adına oldukça olumlu bir gelişme olduğu not edilmeli. Nitekim Cumhurbaşkanı Reisi de yeni dönemin bölgedeki istikrarı destekleyeceğini umut ediyor. Ancak Taliban ile pragmatik ilişkilerin nasıl tesis edileceği de ayrı bir soru işareti. Neticede İran ve Taliban, 1998’de Mezar-ı Şerif’te öldürülen İranlı diplomatlar nedeniyle savaşın eşiğine gelmiş iki aktör. Dahası, Tahran, Afgan iç savaşında en büyük düşmanı ABD ile birlikte Taliban’a karşı Kuzey İttifakı’nı desteklemiş, bu gruplara askeri destek sunmuştu. Bütün bunlarla birlikte, İran’ın komşusunda hangi yönetim iş başında olursa olsun sürdürmeye çalıştığı politikasında tarihsel nüfuz alanı olan Herat’taki kültürel ve ekonomik faaliyetlerin devamı, sınır ticaretinin aksamaması, Helmand nehrinin Sistan-Beluçistan bölgesi için yaşamsal su kaynağı olmaya devam etmesi gibi siyasi, iktisadi ve ekolojik pek çok unsur yer alıyor. İran tam da bu nedenle yeni dönemi olabildiğince sorunsuz ve çıkar-temelli bir yaklaşımla yönetmeye istekli görünüyor. İran’da bazı siyasetçilerin ve medya kuruluşlarının Taliban’dan İslam Emirliği olarak bahsetmesi, Tahran’ın Afganistan içindeki diyalog sürecine ev sahipliği ve arabuluculuk yapma çabaları da ülke kamuoyundaki tepkilere rağmen bu pragmatik tutumu destekliyor.

TALİBAN İLE BATI ARASINDA BİR KÖPRÜ

Türkiye açısından bakıldığında Taliban ile Batı arasında konumlanan ve bu ilişkilere köprü vazifesi görmeye çalışan bir yaklaşıma rastlıyoruz. Kamuoyunda büyük tartışma yaratan Taliban ile benzerlik vurgusu, Taliban sözcüsünün Rusya, Çin ve İran ile olduğu gibi açıktan olmasa da Türkiye ile de iletişimde olduklarını duyurması, ülkenin yeniden inşa ve imarında Türkiye’yi davet eden mesajları hem yeni dönemin jeopolitik ve jeo-ekonomik sahalarını hem de Ankara’nın Amerika sonrası Afganistan’da faal olma hedefini gösteriyor. Öte yandan bu angajmanın Türkiye kamuoyunun laik kimlik ve kadın hakları temelli hassasiyetlerini ne kadar gözeteceğini de süreç içinde göreceğiz.

Afganistan’da mevcut süreç şimdilik 31 Ağustos’a kadar ülkeyi terk etmek isteyen sivillerin tahliyesi, Taliban’ın yeni rejim ve bileşenleri ile ilgili duyuruları ve ülkede iktidarın kuvvetle muhtemel zor aygıtlarının kullanımı ile tesis edilmesi üzerinden ilerleyecek. Yeni dönem Türkiye ve İran için Ortadoğu’da ve Kafkasya’da olduğu gibi Afganistan’da da rekabeti getirebilir, ancak özellikle göç ve sınır güvenliği konularında iş birliğini zorunlu kılacak uzun vadeli siyasi ve toplumsal krizleri unutmamak gerekir. Yeni dönem tüm pragmatik arayışlara rağmen pek çok aktör için büyük zorluklarla dolu. En büyük zorluğu ise topraklarında kalsın ya da kalmasın Afgan toplumu yaşayacak. Afganistan’da yeni yönetime tanınacak açık çeklerin, Taliban’ın insan hakları ihlallerine ve Afgan kadınlara yönelik katı ve çağdışı politikalarına göz yumma tehlikesini barındırdığı da unutulmamalı.