Yazı başlığındaki “laik sempatizanlar” ibaresinin kaynağı Profesör Alpaslan Işıklı’dır. Sevgili Hocamın 1998’de Mülkiye’de verdiği konferans başlığı “Saidi Nursi, Fetullah Gülen ve ‘Laik’ Sempatizanları” idi. Aynı adla kitaplaşan çalışmadaki “laik sempatizanlar” terimi, “ceberut devlete” karşı sivil toplumu güçlendirmeyi amaç edinmiş sağ/sol liberalleri imliyordu. “Nurcular, dini örgüt (tarikat) değil, inanç topluluğudur” mealinde bilirkişi raporu yazıp, “folk-İslam/halk İslam’ı” kavramlaştırmasıyla bu ve benzeri dini örgütleri “sivil toplum” mensubu kılan katkılarıyla Şerif Mardin, laik sempatizanlar listesinin başköşesinde idi. AKP’li iktidar yılları boyunca sağ/sol liberallerin sempatizanlıktan partnerliğe hangi seviyede terfi ettikleri, yaşadıkları hayal kırıklığının seviyesini de belirledi.

Liberal sempatizanların motifi “demokrasi” idi. Siyasal İslam’ın Taliban özelindeki laik sempatizanları ise “bağımsızlıktan” söz ediyor. Buna göre ABD emperyalizminin yirmi yıllık açık işgaline son veren Taliban, Afganistan’ı bağımsızlığına kavuşturmuştur. Taliban şeri bir rejim kuracak olsa da, bağımsızlık gerçek uygarlığa ulaşmanın ön koşuludur ve şimdi Afgan halkı böyle bir olasılığa işgal altında olduğu zamandan daha fazla sahiptir vb.

Yerli Siyasal İslam’ın laik sempatizanları için dini cemaat ve AKP karşıtları milliyetçi/ırkçı idi, Taliban’ın laik sempatizanları ise Taliban karşıtlarını tereddütsüz bir şekilde emperyalizm işbirlikçisi ilan ettiler. Eh tabi ki has bahçede gül derlemiyoruz, siyasal mücadelede olur böyle şeyler. Lakin hazin olan şu ki demokrasi ve bağımsızlık gibi siyasi tarihin iki müstesna değeri, öğrenilmiş kalıplarla bezeli analizlerle, anlık faydalar uğruna kolayca harcanabilmektedir. Cismani erk peşindeki dincilerle ne bağımsızlık ne de demokrasi kavgası verileceğini (yeniden) öğrenmek için illa belli bir deneyim mi yaşamak gerekir?

Siyasi ideoloji ve programına gelmeden önce senin siyasi varlığını reddeden bir akımdan söz ediyoruz. Sen; liberali, cumhuriyetçisi, demokratı, devrimcisi ile “irade güçtür ve insan; kendi yazgısına kendi iradesi ile hükmedendir” kabulü ile varsın. Sempati beslediğin dinciler sadece (kapitalist) modernite değil, bir bütün olarak Aydınlanma reddiyecileridir. İradenin dünyevileşmesini reddedenden, halk iradesinin toplum ve ulus ölçeğindeki tezahürleri için medet ummak saflık ötesidir.

Dinin yeniden siyasallaşması, “kim egemen” sorusunun düzlemini değiştirmiştir; “Egemenlik tanrınındır” şeklindeki bir kabul ile dünyevi iktidar mücadelesi yürütenler için ruhani egemenliği otokrasi dışında realize edebilmek mümkün değildir.

Dinci siyasallaşmanın siyasal mücadelenin ontolojisine yönelik etkisini Mao’nun çelişki kuramına müracaat ederek de tartışabiliriz. Egemenliğin dünyevi kaynaklarını külliyen reddeden bir siyasi pozisyon söz konusu olduğunda, burada artık sadece “baş çelişkiyi” değil, temel sınıflar arasındaki çelişkiyi (temel çelişki) de önceleyen bir yol ayrımı söz konusudur. Egemenliğin kaynağının dünyevi olup olmadığı konusundaki ayrımı “ana çelişki” ya da “kök çelişki” şeklinde tanımlayabiliriz. Bu kavramsal çerçeveden bakıldığında “kim egemen” sorusunun yanıtı ana çelişkiye işaret edecektir; buradaki yol ayrımı hem temel sınıflar arasındaki çelişkiyi (temel çelişki) hem de konjonktürel önceliğe sahip başat çelişkiyi (baş çelişki) önceleyecektir.

Dünyevi zenginliklere hükmedenlerin iradeyi fizik-ötesine taşıyanlara sempati beslemesi anlaşılırdır; zira bu durum mülksüzlerin politik bakımdan iradesizleştirilmesi demektir. Halk iradesini külliyen reddedenlerden antiemperyalist kahramanlar çıkarmaya gelince… Bu da gelecek yazının konusu olsun.