Taliban’ın laik sempatizanları öyle benzeştirmelerle Taliban’ı anti-emperyalist ilan ettiler ki, “teşbihte hata olmaz” sözüne bile “kimi istisnalar hariç” eki şart oldu. “Mustafa Kemal Türkiye için ne ise Taliban da Afganistan için odur” dediler, en yakınlarından da gelen tepkiler karşısında “Afganistan’ın Mustafa Kemal’i vardı da biz mi görmedik” hattına çekildiler, “ortada bir ABD, bir de ona kurşun sıkan Taliban var, seç beğen al” şeklindeki realist (gerçekte reel-politik) değerlendirmeleri Marksist jargonla piyasaya sürdüler… Neyse ki üst perdeden dile getirilen bu hırçın tezlerin alıcısı pek olmadı, üstelik kayda değer eleştirel değerlendirmeler de yapıldı.

Burada kimi tekrarları göze alarak hem emperyalizm olgusunun 21. Yüzyıl’daki tezahürü hem de bağımsızlık ve halk egemenliği ilişkisi hakkında bir iki kelam etmekte yarar olabilir.


Siyasal İslam’ın gerek “sivil toplumcu” gerekse “millici” laik sempatizanları Emperyalizmin 21. Yüzyıl’daki karakterini ne yazık ki kavrayamıyorlar. ABD emperyalizmi özelinde geliştirilen “kartalın iki kanadı kuramına” (KİK) atıfla belirtmek gerekirse her iki laik sempatizan taraf “Kartal”ın (emperyalizmin) sadece bir kanadını görüyor ve karşıtını da tereddütsüz bir şekilde diğer kanadın hizmetinde olmakla damgalayabiliyor.

Siyasal İslam’da sivil toplum cevheri bulanlar, Kartal’ın küresel yönetişim kurumları inşa etmekle ilgilenen Wilsoncu kanadını gördüler ve buraya bütün kötülüklerin kaynağı olarak ilan ettikleri milli devletleri çözecek bir güç de atfettiler. Bu kavrayış içinde dinci örgütler, despotik-tekçi milli kimliğe direnen kimliklerden biri olarak tanımlandı ve çok-kimlikli kozmopolitan bileşkenin üyesi kılındı.

Oysa modern millet –ya da soldaki kullanımıyla ulus- halk egemenliğinin belli bir biçimidir; halk egemenliği ulus düzleminde çözülürken sermaye hâkimiyeti ulus-altı ölçekte derinleşip ulus-ötesi ölçekte merkezileşmiştir. Sadece burada da kalmamış, halk egemenliğinin ulus formundan azade kılınan devlet aygıtı, sosyal suretinden hızla boşanıp çıplak bir zor aygıtı olarak iktidar kliğinin dolaysız aracına bürünmüştür.

Bu çarpık emperyalizm kavrayışının diğer ucunda yer alan Taliban’ın laik sempatizanları için ise emperyalizm; askeri sınai kompleksler, işgaller ve askeri üslerden ibarettir. Emperyalist saldırganlığın kim ki hedefindedir, bunlar için o, anti-emperyalisttir. El Kaide’nin 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısı sonrasında ABD, komünizme karşı bir zamanlar besleyip büyüttüğü Siyasal İslamcıları imhaya yöneldi. Afganistan’da hedef Taliban’dı. Açık işgal, sömürge rejim, Taliban’ın bitirilemeyen silahlı direnişi ve nihayet pılıyı pırtıyı tam da toplayamadan terk edişle gelinen aşamada, ülke yeniden Taliban’ın kontrolüne geçti.

Egemen bir tüzel varlık olarak Afgan halkının birliğini Afganistan’da temsil ve tesis etme kapasitesi hiç bulunmayan bir güç varsa o da Taliban’dır. Halk egemenliğini ontolojik olarak reddeden bir akıma, emperyalizmi yenilgiye uğratan bağımsızlıkçı bir irade atfedilmez. Egemenliği kutsiyet namına “kuldan çalıp” yeryüzünde iktidar kovalayan Taliban ve benzerleri, sergiledikleri pratiklerle, küresel sermayeye ve kültürel tezahürlerine sadece meşruiyet sağlıyorlar.

Neoliberal dönem boyunca Kartal her iki kanadını ortak bir hedef için çırptı: Halk egemenliğinin demokratik (sınıf iradesi) ve bağımsızlıkçı (ulus iradesi) biçimlerini yeryüzünden tasfiye etmek. Siyasal İslam’ın hem “sivil toplumcu” hem de “millici” laik sempatizanları, dünyevi egemenliği ontolojik olarak reddeden bir gericiliğe destek vererek, Kartal’ın yükseklerdeki seyrüseferine dolaylı destek sağladılar.

Emperyalizme her kurşun sıkan anti-emperyalist midir? Bunun basit bir göstergesi var. O kurşun merkez ülke halklarının sempatisini ve desteğini kazanıyor mu, kazanmıyor mu? O destek, ancak o kurşun insanlığın müşterek değerlerine yaslanarak sıkılmakta ise kazanılır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları 1919’da bir yandan yerel kongre hareketlerini ulusal çatı altında birleştirmeye çalışırken, yani Anadolu halkını egemen bir tüzel varlık olarak birleştirmeye çalışırken, biryandan da bilhassa kadınların İngiliz ve Fransız gazetelerine telgraf çekmelerini örgütlemişti. Orada mealen “Evlatlarınız ülkemizde işgalci olarak bulunuyorlar, başlarına bir şey gelirse sorumlusu hükümetinizdir” mesajı verilmişti.

Sonuç olarak, müşterek insanlık değerlerinin temsilcileri ile evreni kendi değerlerinden ibaret bilenleri, biat etmeyenleri de yok edenleri bir saymak, teorik bakımdan sığlık, politik bakımdan ise körlük göstergesidir.