Adına ister günah deyin, ister ahlaksızlık ya da suç; hiçbir toplum pisliğe tümüyle bulanmaya uzun süre dayanamaz.

AKP dönemi boyunca şantaj/ rüşvet temelli siyaset, yolsuzluk, yalan, yağma ve talan düzeni sadece iktidarı elinde bulunduranların tekelinde kalmadı. Oradan başlayarak toplumun neredeyse her bireyine sirayet eden bir salgına dönüştü. Günbegün yayılan ‘haksız kazanç’ düzeni artık toplumun ortak kurumlarına az da olsa güvenmesini bile imkânsız kılan bir ‘düzensizliğe’ dönüştü.

Evine hırsız giren biri polisin ona yardım edeceğine; basit bir alacak verecek davasında ne davalı ne davacı yargının adil bir karar vereceğine; hastalar parasıyla muayene olduğu muayenedeki hekimin bile amacının onu iyileştirmek olduğuna; okuldaki öğretmenin çocuğunun eğitimine özen göstereceğine inanan kalmadı gibi.

Kurumlara olması gereken güvenin kuşkuya dönmesinden öte bireyler arası gündelik ilişkiler de bile çoğu zaman da haklı olduğu anlaşılan bir güvensizlik duygusu baskın. Bu hal kaçınılmaz olarak sürekli bir düşmanlaştırma, aşk gibi en yalın ve yakın ilişkileri bile hasımlar arası, tarafları sürekli diken üstünde tutan bir güvensizlik ilişkisine çevirmiş durumda.

Grup, topluluk, millet, devlet ne derseniz deyin hiçbir toplumsal yapı bu denli yoğun ve yaygın bir pislik, güvensizlik ve düşmanlığın ölümcül havasını soluyamaz. Belki bir süre naçar soluğunu tutmaya çabalar ama olmaz.

Bu soluksuzluk hali toplumu dağılmanın eşiğine getirdiğinde tek tek bireylerden kurumlara; güç odaklarından parçalanmadan zarar görecek yapılara kadar toplumun içinde ve dışında bir hareketlenme başlar. Sürdürülemez kargaşanın yerine bilinçli ve planlıca ya da bilinçsizce, sağduyuyla yeni düzen arayışları ortaya çıkar. Bu tarihsel dönemeçler kimi zaman bir ‘tiran’ ın uyruğuna girerek, ilahileştirilmiş bir büyük gücün gölgesine sığınarak aşılır. Kimi zaman da herkesin suçluluğuyla yüzleşmesindense bütün suçun üzerine yüklenebileceği yine bir ‘büyük güç’ bulunur. Hitler’in iktidara gelişi ilk duruma, düştükten sonraki hali ise ikinci duruma örnektir.

Yahudilere atfedilse de kadim zamanlardan bu yana her kültürde örneği olan bir ‘ayin’ ikinci durumun ruh halini açıklar. Her bireyine kadar az ya da çok pisliğe bulanmış olan toplum, varlığını sürdürebilmek için ‘bütün suçu yükleyerek cezalandıracağı ve bu yolla kendisini arındıracağı’ bir ‘günah keçisi’ arayışına girer, bulur da...

Toplum içine düştüğü bataklıkta boğulmak yerine, işlediği suçların kefaretini ödeyebileceği bir sembol üzerinden kendisini arındırma yoluna gider. Bu süreç bir anda olmaz, yavaş yavaş gelişir. Ayinin ön hazırlıklarında sembol keçi, beslenir, süslenir ve ona çok hürmet edilir. Keçi bu büyük ilgi, ihtimam ve saygıdan esrikleşir. Aslında bütün hazırlıklar onu uçurumdan atmaya yöneliktir. Keçi uçuruma doğru törenler eşliğinde götürülürken yavaş yavaş yalnızlaştırılır, itişin ilk işaretleri verilmeye başlanır.

Bu günlerde ayin hazırlıklarına başlandığını ve seçilen günah keçisinin yavaş yavaş uçuruma doğru bir başına yürütüldüğünü gösteren alametler belirmiş durumda. Kurumlar, kişiler yavaş yavaş keçinin atılmasından sonraya kendilerini hazırlıyorlar.

Bir örnek ilgi çekici bir şekilde öne çıkıyor. Önce Ağrı kışkırtma girişiminde hükümeti yalanlayan bir açıklama yapmıştı TSK. Şimdi de Milli Savunma Bakanı ve Başbakan’ ın Suriye helikopterini düşürdük açıklamalarından sonra düşürülenin ‘hava aracı’ olduğunu açıklayıverdi. En kurumsal silahlı güç bile ayine katılmaya hazır olduğunu ilan ediyorsa, keçinin de tiranlık tahtına değil, uçuruma doğru koştuğunu görmeye başlayacağını düşünebiliriz.