Bugünlerde sokaklar kazanılmış hakları ellerinden alınmak istenen milyonların eylemleri ile sarsılıyor. İş Kanunu’nda yapılan değişiklikle birlikte işçilerin günlük/haftalık çalışma sürelerinin artırılmasından fazla mesai ücretlerinde kısıtlamaya gidilmesine kadar pek çok konu topluma dayatılıyor. “Oh be! Mevzu işçilerle ilgiliymiş, beni ilgilendirmez” demiyor insanlar. Çünkü işçi kavramı bir işverene bağımlı olarak çalışan herkesi kapsıyor, biliyorlar. Çünkü yaşamak için emeğini satmak zorunda olan milyonlardan biri olduklarını biliyorlar. Çünkü çalıştıkları her fazla saat, yaşamlarından çalınan her dakika, patronların kasasında biriken para olacak, biliyorlar.

Sokaklar yanıyor. Yasa Meclis’ten geçti ama süreç bitmedi. Sokak sokak direniş büyüyor. Sendikalar grev üstüne grev ilan ediyor. Sokakta savaşarak, bedel ödenerek kazanılmış haklar devletin kolluk kuvvetlerinin zorbalığı ile bırakılacak değil ya. Devlet bir yanda, direnenler bir yanda.

•••

Geçen biri ile konuşuyorum. Sözü İş Kanunu’na getireceğim. “Biz işçiler olarak” dedim. “Dur bir” dedi konuştuğum kişi, “Sen işçi değilsin ki…”

“Sen işçi misin?” diye sordum.

“Ben de işçi değilim.”

“Nesin peki?”

“Teknisyenim, gişe memuruyum, makine operatörüyüm, hemşireyim, mühendisim, mimarım, veri giriş elemanıyım, öğretmenim, öğretim üyesiyim, satış temsilcisiyim, çöp toplama elemanıyım. Oyum, buyum, şuyum ama işçi değilim.”

“Peki, bir iş yasası var, geçen gün değiştirdiler” dedim. “Biliyor musun?”

“O beni ilgilendirmez. Ben yasa bilmem” dedi.

“Ben çalıştıktan sonra yasa olsa ne, olmasa ne? İşveren benim gibi çalışkan elemanı nereden bulacak? Gecem yok, gündüzüm yok” dedi.

“İyi afferim” dedim. “Patron da öyle diyor” dedi.

Ayrıldık.

•••

Uzun bir caddedeydim. Etrafıma bakındım. İnsanlar gündelik telaşlarında. Bir bakkala girip gazetelere baktım. Haberlerde İş Kanunu’ndaki değişiklikten bahseden yok. Sosyal medyaya baktım. TT olan bir şey var mı bu konuyla ilgili? O da yok. Yok işte yok!

İş Kanunu ile ilgili mevzu çalışanların sadece 18 milyonunu, yani yaklaşık yüzde 70’ini ilgilendiriyor şimdilik. Herkes işinde gücünde.

Hani sokaklar yanıyordu. Hani alev alevdi her yer. Doğru, burası Türkiye. Alev alev yanan ise Paris.

Türkiye’de İş Yasası ile ilgili değişiklik TBMM Genel Kurulu’ndan sessiz sedasız geçti. İki üç eylem yapıldı. Sonrası suskunluk. Kiralık işçilik konusu nedir, bizlerden ne götürecek, bu köşede zaman zaman değindik. Türkiye’de çalışma hayatının nasıl bir cehennem olduğunu ise siz yaşayarak deneyimliyorsunuz.

Fransa’da da İş Yasası ile ilgili değişiklik Meclis’ten geçti. İşçiler sokakta. Grev üstüne grev yapılıyor.

Yasa ile esnek çalışma süreleri talep ediliyor. Fazla mesailerin yaygınlaştırılması, denkleştirme uygulaması talep ediliyor. Fransa’da haftalık resmi çalışma süresi 35 saat. Yani Türkiye’deki resmi çalışma süresi olan 45 saatten 10 saat az. OECD verilerine göre Türkiye’de çok uzun sürelerle çalışan, yani 50 saat ve üzeri çalışanların oranı yüzde 40. Fransa’da ise bu oran yüzde 8.

Türkiye’de tam zamanlı çalışan kişiler, günlük olarak ortalama 13,4 saatlerini uyumak, yemek yemek, eğlenmek, sosyal aktivitelerde bulunmak ve hobileri için harcıyor. Fransa’da ise bu süre 15,3 saat. Yani ortalamada tam zamanlı çalışan bir Fransız, bir Türkiyeli’ye göre kendine günde 2 saat daha fazla zaman ayırabiliyor. Fransız işçi sınıfı, yaşamlarından biraz daha fazla çalmak isteyenlere karşı direniyor. Yani Fransa işçi sınıfına Türkiye modeli sömürü düzeni dayatılıyor. Türkiye yerinde durur mu? O da 1800’lü yılların İngiltere’sine özenmiş. Derken sömürü ülkeden ülkeye.

Dün işçi sınıfının kazanımlarından bahsediyorduk. Bugün kaybettiklerinden bahsediyoruz.

Oysa sömürüyü ortadan kaldırmak için bir mücadele dolaşsaydı ülkeden ülkeye. Bir hayalet gibi dolaşsaydı kıtaları, başka olurdu her şey.

Çok açık değil mi? Enternasyonalle kurtulur insanlık!