YGS şifreleri yasa önünde aklanıyor ama bakalım toplumca meşru görülecek mi, bilmiyoruz.

YGS şifreleri yasa önünde aklanıyor ama bakalım toplumca meşru görülecek mi, bilmiyoruz. Mahkeme YGS’yi temize çekmeye başlayınca Cumhurbaşkanı, ardından da Başbakan ÖSYM başkanını eleştirir gibi yapmaya başladılar.

Cumhurbaşkanı ÖSYM başkanının durumu ile ilgili çok talihsiz (ya da çok manidar) bir atasözü kullandı; Dere geçilirken at değiştirilmez! Cumhurbaşkanı’nın dereden kastının ne olduğu bilinmez ama atın kim olduğu belli!

Benzetmenin at bölümünü, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Bakandan torpil e postası’ iddiasıyla başlayan gelişmeler kanıtladı. E postanın sahte olup olmamasından daha önemli olan yanı, ÖSYM başkanının posta kutusuna düşen talep üzerine yaptığıydı. Ne yazık ki ya da anlaşılabilir nedenlerle işin bu yanı pek dikkat çekmedi. Torpil talebini alan Başkan, ne yapmış dersiniz? Cumhurbaşkanını haklı çıkaracak şekilde bir koşu YÖK Başkanına gitmiş ve ne yapması gerektiğini sormuş!

Bu davranıştan ne anlaşılır? ÖSYM Başkanı, demek ki böyle bir talebin gelmesini olağan karşılamış! Başkana sormak gerekir, YÖK başkanına ne yapacağını sorduğuna göre, talebi yerine getir yanıtını alma olasılığı olduğunu peşinen kabul ettiği ortaya çıkmıyor mu?

Yasaya göre görevden alınması neredeyse olanaksız olan bir yönetici akademisyen, bir bakandan gelmişe benzeyen haksız bir talebi tek başına reddetmeye bile cesaret edemiyor. Üstelik bulunduğu göreve kopya skandalı nedeniyle istifa eden halefinin yerine kurumun güvenilirliğini sağlaması amacıyla atanmış. Ya YÖK Başkanı, ‘tabi yerine getirelim sayın bakanın talebini’ dese ne yapacaktı? E postanın sahte olup olmamasından daha vahim olan ÖSYM başkanının böylesi bir talep karşılığında ne yapacağını bilememesi değil mi? Bu nasıl bir akademisyenlik, nasıl bir akademik ahlak?

İşte bu ‘12 eylül akademisyeni’ diye daha önce tanımladığım durum. Üzerine bu denli büyük bir şaibe düşen sınavdan sorumlu olacaksın, yazdığın makalede intihal yaptığın, düzenlediğin doktora sınavının iptal edildiği, gazetelerde yazacak, bir de üstüne seni atayan makam senin sadece, ne deresiyse o geçilene kadar binildiğin at olduğunu, söyleyecek, sen hala hayatından memnun, sana gelen haksız talepler karşısında ne yapacağını yasaya göre amirin bile olmayan başka birine soracak ve o koltukta oturmaya devam edeceksin. Bunu ancak 12 Eylül üniversitesinin 12 eylül akademisyeni olanlar yapabilir.

Peki bu kadar mı üniversite? Neyse ki hayır. Bu gün Türkiye üniversitelerinin azalsa da Onur’ları var hala. Akademisyenin kim olması gerektiğini ve akademik ahlakın ne olduğunu, üniversitesine rağmen kanıtlamaya çalışan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu gibi öğretim üyeleri de var.

Dilovası’nda yaşayan insanların sanayi kirliliği nedeniyle yaşadıkları ölüm riskini bilimsel bir araştırmayla gösteren Hamzaoğlu, bu günlerde bilim ürettiği ve bilim ahlakına göre davrandığı için mahkeme karşısına çıkmak üzere.

Dilovası’ndaki annelerin sütlerine bile ağır metallerin bulaştığını gösterdiği için "basın yoluyla bu bilgileri açıkladığı ve bu vesileyle haberin geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağladığı, araştırma sonuçlarını halk arasında panik yaratmak amacıyla kullandığı" iddiasıyla Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı ve Dilovası Belediye Başkanı tarafından Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı'na şikayet dilekçesi verildi. Kocaeli Üniversitesi’ de Hamzaoğlu hakkında soruşturma başlattı!

Onur, ÖSYM başkanını örnek alsaydı bir kere böyle bir araştırma yapmazdı, hadi yaptı diyelim sonuçlarını açıklamadan önce rektörüne sonra da YÖK Başkanına sormalıydı, ‘efendim, bilmeden bir halt yedim galiba, yaptığım bilime göre halkın sağlığı tehlikede ama bu sonuçlar hükümeti ve sanayicilerimizi zor durumda bırakabilir, ne yapayım? diye!

Hadi bakalım, www.onurumuzusavunuyoruz.org sitesinde üniversitelerde Onur’lu akademisyenler mi olsun yoksa dere geçiren at akademisyenler mi, sorusunun yanıtı sizleri bekliyor?