Zizek’in yalancısıyım. Çinlilier birinden gerçekten nefret ettiklerinde şöyle bir beddua okurlarmış: “İlginç zamanlarda yaşayasın.”

Zat-ı şahaneleri; Çankaya, Kadıköy, Şişli ve Beşiktaş’taki yurttaşları hedef aldı geçenlerde: “Ülkenin kaymağını yiyen kesim... Türkiye şaha kalksa da yıkılsa da umurlarında değil” buyurdu. Ülkesinin gidişatından kaygılanan, sadece kendisini değil başkasını da düşünmeyi bir yurttaşlık görevi gören kesimler… Yani “ideolojikler!”

İlginç zamanlar…. Mediar Araştırma adlı bir araştırma şirketinin bulgularına göre Cumhurbaşkanı’nın hedef gösterdiği bu bölgelerde ana muhalefete oy veren 3 seçmenden 2’si aylık 4 bin liranın altında kazanıyor. Yüzde 46’sı ayda 2 bin 500 TL ile 4 bin TL arasında gelir elde ederken, yüzde 16’sı ise bin ile 2 bin 500 TL arası ile geçiniyor.

Bu açıklamalardan birkaç gün sonra Kuzey Marmara Otoyolu’nun Gebze kesimindeki viyadük çalışmaları sırasında beton blok düştü. Bir işçi yaralı olarak kurtarılırken 3 işçinin cansız bedenine ulaşıldı. İşi hızlı yapabilmek için iş güvenliği ihmal edildi, 3 vatan evladı yaşamını yitirdi. Hemen ertesinde basına yayın yasağı getirildi. Çünkü iktidar ilişkilerinden nemalanan taşeron (hatta alt taşeron) şirketler, yeterli verimliliğe sahip olmadan mega projelerde cirit atıyordu.

Saray ve çevresi üzerinden gelişen rant ağı ülkenin her yanını sarmış, “ne götürsem” aceleciliği ile insan yaşamını hiçe saymış, bir de yaptıkları yanlarına kâr kalmış… “Kaymak tabaka” ise “hizmet” adı altında ülkenin geleceğini borçlandıran projelere kanmayıp memleketinden endişelenerek ideolojik bir tercih yapmış. Peki, kaygıyı hissedenlerle acıyı hissedenler yeterince buluşabilmiş mi?

“Tabaka” denilen bu kültürel kutuplaşmayı kıracak yegane unsurun sınıf mücadelesi olduğu biliniyor. Bu mücadelenin de laiklik ve demokrasi talepleri ile kol kola yürümesi gerektiği gün gibi ortada. Fakat bunun nasıl olacağı ve nasıl bir dil oluşturulması gerektiği konusunda kafalar karışık. “Sadece kendi mahallemize mi sesleniyoruz” duygusu giderek artıyor.

KHK ile görevinden alınan akademisyen Yasin Durak’ın değerli çalışması Emeğin Tevekkülü, muhafazakâr işçilerin kültürel olarak “aynı tarafta” gördüğü patrona ses çıkarmadığını ortaya koyuyor. Öte yandan yoksulluğun üzerini örten dini yardım kuruluşları, sosyal ilişkiler, iktidar partisinden iş beklentileri bilinci belirliyor.

İki türlü bir tatmin olduğu açık… Hem manevi olarak doğru yaptığını düşünmek, hem de günlük çıkarının da sağlanması... Bu ikisi birden sağlandığı için aslında bugün pek çok insanın bahsettiğimiz düzenden kopamadığını görüyoruz. Sadece kömür, makarna ile açıklanacak mevzuya benzemiyor. İnsanların iç dünyasına da duygu dünyasına da aynı zamanda gündelik yaşamına da hitap eden bir ilişki biçimi bu…

Peki “biz” ne yapıyoruz? Elbette ki direniyoruz ama yarını kurmak isteyenler olarak, bugünden dayanışmacı bir toplumun nüvelerini de oluşturmak zorundayız. İnsan hayatına değmek durumunda olduğumuzu, dayanışmanın, kolektif yaşamın önemli olduğunu fark etmek... Aksi hâlde söylediklerimiz sadece geleceğe dair güzel sözler olarak kalıyor. Melih Cevdet Anday’ın yalancısıyım: “Yarını ummak ahrete hazırlanmak gibi olmamalıdır. Yarın bugün içindedir.” Bugüne değmeyen hiçbir söz ikna edici değil.

Her gün gözümüzün önünde ana kuzuları, birer birer yiterken… Gözlerini para bürümüşlerin yüzünden… Ve hâlâ gözümüzün içine baka baka yalan söylerlerken…

Pessoa’nın yalancısıyım: “Karamsar değilim, hüzünlüyüm.”