Yalana, yani doğru olmayan, gerçeğe uymayan söze neden başvurulur? Kendini ya da olayları yine kendine fırsat sağlayacak şekilde olduğundan farklı, büyük, iyi göstermek için olabilir. Günlük ilişkilerde çoğu zaman “pembe” olarak nitelendirilen işe abartı katarak anlatılan hikâyeler buna örnek olabilir. Ya da bunların tersine bir sıkıntıya düştüğünde paçayı sıyırmak için olabilir. Burada yalan söylemenin temel […]

Yalana, yani doğru olmayan, gerçeğe uymayan söze neden başvurulur? Kendini ya da olayları yine kendine fırsat sağlayacak şekilde olduğundan farklı, büyük, iyi göstermek için olabilir. Günlük ilişkilerde çoğu zaman “pembe” olarak nitelendirilen işe abartı katarak anlatılan hikâyeler buna örnek olabilir.

Ya da bunların tersine bir sıkıntıya düştüğünde paçayı sıyırmak için olabilir. Burada yalan söylemenin temel motivasyonunun bir şeyleri kaybetme korkusu ya da zor duruma düşme paniği olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yalanlar gündelik yaşamda çoğu zaman daha büyük sorunlara yol açar.

Siyasette kendini olduğundan farklı, güçlü gösterme adına söylenen yalanlara, çoğunluğun oyuna dayalı demokrasilerde sık rastlanır. Liberal demokrasilerde düzen politikacılarının uydurma vaatleri, yapamayacağı şeyleri söylemeleri kanıksandı bile… Bunlar toplumda “pembe yalan” olarak değerlendirilmeye başlandı. İktidardakilerin kaybetme korkusu ve paniği ile söylediği yalan ve çarpıtmalar ise korkunç sonuçlara neden olabilir. Özellikle otoriter rejimler için bir devlet ya da hükümet politikası haline gelen yalan, oy deposu olarak gördüğü kesimleri kendine bağımlı kılmak ve karşıtlarını düşmanlaştırmak için kullanılırsa buradan büyük bir felaket çıkması muhtemeldir. Özellikle gücün sorgulanmadığı, baskıcı rejimlerde…

Bir süredir Türkiye’de iktidardakilerin, lehlerine gördükleri toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek için başlattıkları yalan ve iftira kampanyası tepki çekiyor. Dayandığı toplumsal tabanın ekonomik, gündelik nedenlerle kendisinden uzaklaştığını gören Saray ve çevresi, aynı kesimi korkular üzerinden konsolide etmeye çalışıyor. Bunu yaparken de kaybettiğini anladıkça pervasızlaşıyor.

Bu hamlelerin kimi zaman işe yaradığını düşünsek de bu kez ters teptiğini görmek mümkün. Kimi zaman “yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle” şeklinde özetlenebilecek kitle tepkisi, işler iyi gitmediğinde “yeter be, sallama artık” kıvamına gelebiliyor. Üstelik bu orantısız hamleler, zaten kafası karışmış tabanda, “ötekinin mağdur edildiği” görüntüsüne yol açabiliyor. Mansur Yavaş üzerinden yürütülen karalama kampanyasına, Kılıçdaroğlu’nun idam edilmesi söylemi ve İmamoğlu ile yaptığı programda rezalete imza atan “yandaşlığın dozunu kaçırmış” spiker eklenince işler ters tepmeye başlıyor.

Medyanın, yargının, polisin, devletin maddi olanaklarının tek elde toplanıp pervasızca kullanıldığı bu seçim sürecinde teslim alınamayan milyonların olduğunu görmek bile yalanın sanıldığı kadar güçlü olmadığını anlamamıza yol açar. Yine de burada kritik soru şu: Yalanla nasıl baş edilir?

Öncelikle şunu söylemeliyiz ki yalancının bu denli güçlü olduğu ve birilerinin yalana inanmak istediği bir toplumda yalanla baş etmek için doğruyu söylemek yeterli olmaz! İstediğiniz kadar, “ya olur mu, gerçek bu ama” deyin, yalan büyümeye, güçlenmeye devam edecektir. Burada tek çare, gerçeğin güçlenmesidir. Gerçeği söyleyenlerin ve gerçeğin arkasında duranların sayısı arttıkça yalanın alıcısı da düşecektir.

Gerçek, örgütlendiğinde gerçektir.