“Siz arkamda durun ben yaparım” anlayışı ya da “Biz oturalım sen yap, büyük adamsın!” söylemi, “ADAM kazandı” sonucuna varıyor

#YanYanaYürüyelim

90’lı yıllarda genç solcuları mücadeleden caydırmak isteyen bazı orta yaşlıların “Bir şey değişmez, ben en öndeydim de bak ne oldu” dediklerini hatırlarım. Bu sözleri edenler, mücadele içerisinde yer almışlardan çok, dönemin politik etkisiyle kıyıda durmuş olup 80 sonrası yeni düzene hızla adapte olmuşlardan çıkardı. Kendi durduğu yeri meşrulaştırmak için “en öndeydim” sözünü, “bir şey değiştirilemez, sen de kurala uy” mealinde kullanırlardı. Çelişki kitabımda bu sözleri eden sinik bir karaktere “hepiniz en öndeydiniz de tek sıra halinde mi yürüyordunuz” diye soran bir çocuk var. Bir çocuğa doğru olmadığını düşündüğü bir şeyi kabul ettirmek zor... Büyüdükçe insan yanlış bildiğine katlanmayı da öğreniyor.

Gezi Direnişi sonrasında özellikle gençlerin isyanı ile ebeveynlerin hayattan beklentileri ortaklaştıkça bu söylemlerin biraz daha azaldığını gözlemledik. Umut birleştiricidir. Tek başına oturup umutlanmak bir anlam ifade etmez, bu olsa olsa iyimserliktir.

Gezi sonrası, başka bir hayat için umutlananların üst üste aldıkları seçim mağlubiyetleri (bu eşitsiz koşullarda nasıl galip gelineceği de ayrı bir tartışma) ciddi bir arayışa neden oldu. 24 Haziran seçimleri öncesinde Muharrem İnce’nin, CHP yönetiminin bildik söylemlerinden biraz daha farklı üslubu, seçimin ikinci tura kalma ihtimali ve HDP’nin barajı geçmesinin meclis aritmetiğinde yaratacağı değişiklik ümidi ile birleşince kitlelere, “bu kez olabilir” duygusu geldi. Bir ay içinde Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı adaylığı etrafında ciddi bir değişim umudunun açığa çıktığını gördük. Mitinglerde açığa çıkan bu enerjinin, 15 yıllık “yaptım oldu” düzenine bir “hayır” anlamına geldiğini de söyleyebiliriz.

Hayır’ı büyütme çabası sürerken muhalif kitleler içerisinde iki eğilim açığa çıktı. Bunlardan birisi “zaten bir şey değişmez” gibi beylik sözler etrafında herkesin düşündüğü şeyleri yeniymiş gibi tekrarlayıp insanları sandığa gitmekten alıkoyan yaklaşım. Erdoğan’ın yüzde 70 oy alması ile yüzde 52 alması arasında toplum psikolojisi açısından, gelecekteki mücadele açısından fark görmeyen… İkincisi ise bir seçimle çok şeyin değişeceğini düşünüp, seçim sonrasındaki yenilgiyle ülkeyi terk edecek kadar depresyona giren anlayış. İlk yaklaşımı bir kenara bırakırsak ikincisinin Muharrem İnce’ye yüklediği abartılı misyonun seçim gecesi YSK semalarında uçacak bir süper kahraman beklentisine dönüştüğünü görebiliriz. Bu denli şaibenin olduğu bir ortamda insanların adaletsiz seçime tepki göstermesi doğal ancak CHP tipi partileri eylemli bir çizgiye çekecek olanın toplumsal muhalefetin kendisi olduğu da görülmeli. Adalet Yürüyüşü gibi hemen her kesimin desteklediği, iktidarın dengesini bozucu eylem biçimlerinin müsebbibi de toplumsal muhalefetin zorlamasıdır. Burada kitlelerin gücünü önemsemek yerine birilerinden kahramanlık beklemek genelde hüsranla sonuçlanır.

Seçim sonrası İnce’ye destek veren kesimler sosyal medyada İnce’nin bir sözünden hareketle “Yürü önümüzden” kampanyası başlattı. İnsanların güvenebilecekleri, iktidarla baş edebileceğini, zorluklarda geri çekilmeyeceğini düşündükleri karizmatik bir lider beklentisi içerisinde olmaları doğaldır. Tüm toplumsal hareketlerde, devrimci kabarışlarda önder isimler (bazıları bunu istemese bile) öne çıkmıştır. Burada isimlerden ziyade temel problem; liderliğin toplumsal muhalefetle beraber hareket etmesi, direniş hareketlerinin önünü açacak bir önderlik stratejisi izleyip izlememesidir. “Siz arkamda durun ben yaparım” anlayışı ya da “Biz oturalım sen yap, büyük adamsın!” söylemi, “ADAM kazandı” sonucuna varıyor.

Bu tuhaf durum sadece düzen siyasetine özgü değil. Solda da halka dayanan, meclislerin öne çıktığı ve herhangi bir kritik anda o yapıların harekete geçtiği bir kolektif yapıdan ziyade iki elin parmaklarını geçmeyen cesur bireyin sosyal medyada ya da muhalif sitelerde temsilinin öne çıktığını görüyoruz. Atılan sert tweetler, davalardaki sözler ya da küçük ama şiddete maruz kalınan eylemler, “Bir tek direnen sen kaldın” iltifatları ile de birleşerek, “Sen konuş, sen yaz” mantığına dönüşüyor. (Bu sözlerden bu satırları okuduğunuz gazetenin çalışanları da nasibini alıyor ve elbette ki çoğu zaman mutlu oluyoruz ama…) Burada arkadaşlarımızın cesaretinde eleştirilecek bir yön yok. Tartışılması gereken şey bu cesaretin, Gezi milyonlarının kolektif mücadelesinde nasıl yer bulacağı. Toplumun muhalefet kanallarının açılması, tüm faşist baskılara rağmen bu kanalların savunulması solun yapması gerekendir. Bu mücadele içerisinde kim halkla yan yana yürürken, bir adım öne çıkıyorsa çıksın, kim en önde yürüyorsa yürüsün. Önce biz yürümeye başlayalım da…

Ana muhalefet partisi kurultay tartışmaları içerisine girmişken bu konuya gözü kulağı kapatmak elbette ki mümkün değil. Laiklik, kamuculuk, sosyal devlet gibi talepleri olan yurttaşların pek çoğu bu partiyle ya seçmen ya da üye düzeyinde ilişkili. Fakat şu ana kadar söylediklerimiz ışığında CHP gibi partileri etkisi altına alacak şey “başkan şu mu olsun bu mu olsun” nasihatlerinden ziyade toplumsal muhalefetin yükselişi ve beklentisidir (CHP’li dostlarımızın da fikirlerimize ihtiyacı olabilir ama nasihatimize ihtiyacı olduğunu sanmıyorum). CHP’nin tarihine baktığımızda sola yüzünü döndüğü dönemlerin sol yükselişle paralel olduğu görülür. Etkisiz ve entelektüel akım haline gelmiş bir solun parlamento içi muhalefeti etkileme şansı da bulunmuyor. Bu etki HDP için de geçerli.

Eğitim alanında velilerin ve eğitimcilerin mücadelesi, tarım alanında üreticilerin, kadınların, gençlerin öz örgütlenmeleri, tek adamın iki dudağı arasında kalmış çevre talanına karşı yurttaşların çabaları, gazetecilerin yazarların dayanışması, adil seçim için örgütlenen insanların bir aradalığı… Tüm bunların önünü açacak, birleştirecek ve koruyacak birleşik bir sol muhalefet… İhtiyacımız olan bu. Farklı alanlarda mücadele edip yan yana yürümek. Kim bunun için çaba sarf ediyorsa varsın aramızdan sıyrılsın ve öne geçsin.

Memleketimiz dikdörtgen ve büyük, tek sıra yürümeye bile yer var.