Yelekler ve melekler

Yazı başlığının kamuflaj özelliği sırıtıyor olabilir; zira şu şıralar nerede Yelekten söz edilse, akla hemen Sarı geliyor. Bu durumda başlıktaki “melekler” de kafiye uyumundan ibaret kalıyor ki başta öyleydi.
Patlamalı halk hareketlerinin temel siyasal motifi nedir, sorusuna yanıt aradığım geçen haftaki yazıda, egemen bir halkın eşit üyesi olarak yaşama arzusuna dikkat çekmiştim. Bu haftaki yazı vaadini de Sarı Yeleklilerin taleplerine ayırarak, neoliberal kapitalizmin karakteristikleri ve siyasal etkileri konusunun siyasal çevrelerce yeterince analiz edilmediği, yönünde iddialı bir saptamada bulunmuştum.

Olgu değil yöntem sorunu

Hemen belirtmeliyim ki yetersizlik, analize dâhil edilen olguların eksikliği ile değil, yöntemle ilgilidir. En genel terimlerle de şöyle ifade edilebilir: İnceleme nesnesi sürekli dönüşür ve değişirken, sınıflandırıcı ve açıklayıcı parametreler sabit addedilmektedir. Örnek mi? Bütün siyasal analizler, soldan sağa uzanan şu meşhur siyasal yelpaze (sosyalist-sosyal demokrat-liberal-muhafazakâr) zaviyesinden yapılmıyor mu? Başta parlamenter demokrasi ve ulus-devlet formu olmak üzere, siyasal alana dair ne varsa neoliberal evrede dönüştü diyeceğiz, sonrada kalkıp siyasal olayları, sabitlik atfettiğimiz bir yelpazedeki konumlardan hareketle tasnif ederek irdeleyeceğiz. Siyasi yelpazedeki konumumuzu sabit bilip, geri kalan ve asla sabit kalmayan her şeyi bu konumla mesafesine göre tasnif etmekte, sizce de bir terslik yok mu?

Siyasal yapı ve süreçlerin analizindeki bu mantık çelişkisi, ne yazık ki neoliberal kapitalizmin siyasal etkileri konusunda da mevcut. Mülkiyet ve sermaye birikim rejimi, iş ve istihdam biçimleri, sosyal politika ve çalışma ilişkileri… Ne varsa tümü neoliberal strateji çerçevesinde, kapitalist piyasa gereklerine tabi olarak dönüştü, dönüşüyor. Bu dönüşüm de heterodoks iktisat geleneği başta olmak üzere eleştirel katkılarla başarılı bir şekilde deşifre edildi, ediliyor. Ne var ki, bu koşullarda gerçekleşen işçi ya da patlamalı halk hareketlerinde dile getirilen taleplerin analizi söz konusu edildiğinde, “örgütlü kapitalizm” evresinde geliştirilen o meşhur “sınıf bilinci skalası” sorunsuzca devreye girebiliyor. Bir bakıma kapitalizmin hem ölçeği hem de düzenleyici ilkesi değişti diyoruz, ama bunun etkisiyle ortaya çıkan toplumsal olayları, değişmezlik atfettiğimiz sınıf bilinci ölçeği ile tasnif etmeye devam ediyoruz. Bu saptamanın en yeni örneklerini, Sarı Yeleklilerin sayısı kırkı aşan “torba talep” listesi hakkındaki değerlendirmelerde de görmek mümkündür.

Torba talep kalıba girmez

Tüketim vergisi ile başlayan, gross mareketlere karşı küçük girişimcileri kollayarak devam eden, emeklilik yaşı, sosyal güvenlik şemsiyesi, milli sanayinin ve kamu mallarının korunması ve yeniden kamulaştırılması, okullardaki öğrenci sayısı, hükümet üyelerinin maaş seviyesi, topluma psikiyatr desteği ve göçmenler gibi son derece farklılaşmış taleplere uzanan bir liste söz konusu. Bunun tepesine “reformist” etiketi yapıştırmak zor olmuyor. Ayı şekilde “devrimci özne olarak proletarya yok, çokluk var; çokluklar da farklılaşmış ve hatta çelişkili talep torbasıyla sahne alırlar” diyenler de mevcut.

Reformist etiketi, kapitalizmin günümüzde hala içerici kapasitesini koruduğu yönündeki bir ön kabule yaslanıyor. Çokluk ise zaten devrimci proletarya kavrayışını yadsımak suretiyle referans alan bir kapsama sahip. Görüldüğü gibi, bu iki değerlendirmede de özne kavrayışı, neoliberal kapitalizminin soğuk gerçeğine dokunmuyor. Maddi koşulların analizinde ayrıntılı bir şekilde tanımlanan neoliberal evre, bu koşullarda cereyan eden sınıf mücadelelerinin kavranışında paranteze alınıyor. Bu ise örneğin Fransa’da Macron’cu yorumculara “Ama Fransa Avrupa Birliğinin en eşitlikçi ülkesi” deme olanağı sunuyor. Gerçekten de Fransa, Avrupa Birliği ülkeleri içinde sosyal devlet vasfı en az tahrip olmuş ülkesidir; ama Macron’un izlediği çizgi, bu tahribatı yaygınlaştırma ve derinleştirme yönündedir.

Sarı Yeleklilerin talep torbası, kapitalist piyasa gereklerine, dolayısıyla küresel şirketlerin karlılık ve rekabet stratejilerine tabi olmayan bir yaşam arzusunun ifadeleri ile doludur. Varlığı ancak meta formunda idrak eden sermaye ile yaşamı ancak meta dışılaştıkça mümkün olan emek arasındaki uzlaşmaz çelişkinin Fransa topraklarındaki bu kaçıncı gerçekleşmesidir, bilmem ama, bildiğim şudur ki; olgu değişirken, onun bir parçası olan analiz parametresine değişmezlik atfetmek şeklindeki hatalı yaklaşımla özellikle de işçi sınıfı sosyalizmi akımı yüzleşmek durumundadır; aksi taktirde “barbarlık çağı” öngörüsünün alternatifini geliştirmek epey zor olacaktır.