Avrupa, son zamanların en büyük krizini yaşıyor. Rusya ve Ukrayna, daha doğrusu Rusya ile önümüzdeki dönemde içine Ukrayna’yı da resmen almaya hazırlanan NATO arasındaki kriz, bir bölgesel savaşa dönüşebilecek olgunluğa erişti.

Rusya’nın haftalardır Ukrayna sınırına askeri yığınak yaptığı biliniyor. Batı kaynaklarına göre Ukrayna’nın doğusuna en az 100 bin askerlik dev bir ordu yığılmış durumda. Buna geçtiğimiz hafta Rusya’nın müttefiki Beyaz Rusya ile birlikte başlattığı ortak askeri manevra da eklendi. Böylece Ukrayna’nın kuzey sınırı da potansiyel bir savaş cephesi oldu. Rusya’nın önceki gün Karadeniz’de başlattığı manevrayla aynı durum ülkenin güneyi için de geçerli hale geldi. Başta Putin olmak üzere Rus yetkililer her fırsatta Ukrayna’ya saldırma niyetinde olmadıklarını vurgulasalar da üç tarafından kuşatılan Ukrayna ve müttefiklerinin bu sözlere güvenmesi elbette mümkün değil.

Rusya’nın sınırdaki askeri yığınağı arttırdığına dair ilk haberlerden sonda başta ABD ve İngiltere olmak üzere (aralarında Türkiye’nin de yer aldığı) NATO ülkeleri Ukrayna’ya silah desteği vermişti. Bu destek devam ediyor. Hem NATO hem de Avrupa Birliği (AB) üyelerinin büyük bir bölümü Rusya’nın saldırması halinde Ukrayna’yı destekleyeceklerini açıkladılar. Ama bunu Ukrayna yanında doğrudan savaşa girerek yapmayacaklar. Dolayısıyla bu bölgedeki çatışmanın yaygınlaşarak transatlantik ittifakla Rusya ve müttefikleri arasında büyük bir savaşa dönüşmesi olasılığı şimdilik yok.

Ama yaşanan gerilim, sadece bu krizin doğrudan tarafı olan ülkeler arasında değil, kuzey yarıküredeki tüm ülkelerin karşılıklı silahlanma yarışının daha da hızlanmasına yol açıyor. İnsanca bir geleceğe yatırılabilecek maddi kaynaklar bu yarışa harcanıyor. Tıpkı eski Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi…

***

Krizin baş aktörleri, karşı tarafı askeri güç gösterisiyle, askeri yığınakla ve tehditle geriletmeye çalışırken, Almanya’nın yeni hükümeti ise zor olanı deniyor; sorunun diplomasiyle çözülebileceğini savunuyor.

Haftalardır bu konuda tutarsız ve kararsız davrandığı gerekçesiyle hem müttefik başkentleri, hem de ülke içindeki muhalefetin ağır eleştirileriyle karşı karşıya kalan sosyal demokrat-yeşil-liberal koalisyon hükümeti, son günlerde bu çabalarını yoğunlaştırdı.

Sosyal demokrat Olaf Scholz liderliğindeki yeni hükümet tıpkı, Hıristiyan demokrat Angela Merkel liderliğindeki eski hükümet gibi her fırsatta haksız tarafın Rusya olduğunu, Almanya’nın her koşulda Ukrayna’nın yanında olduğunu, bir saldırı halinde hem NATO’nun hem de AB’nin Rusya’ya karşı yürürlüğe koyacağı yaptırımlara katılacağını açıklıyor.

Ancak Ukrayna’ya silah verme taleplerini reddettiği gibi Kuzey Akım 2 doğalgaz hattının iptal edilmesi için başta Washington olmak üzere birçok müttefikten gelen çağrıları da geçiştiriyor.

Federal Başbakan Olaf Scholz’un çabaları, kriz çözülmese de sıcak savaş tehlikesinin ötelenebileceğini gösteriyor.

Önce ABD’ye gidip Başkan Biden’la görüşen Scholz, Wall Street Journal gibi ana akım medya organlarının “Almanya artık güvenilir bir müttefik değil” gibi yorumlarıyla artan baskıya rağmen, tıpkı selefi Merkel gibi temel tutumunu değiştirmedi. Rusya’ya karşı ses tonu sertleşse sorunun diyalogla çözülmesi gerektiğini savunmaya devam etti.

Aynı tavrını Berlin’deki ‘Weimar Üçgeni’ zirvesinde de sürdürdü. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Polonya Cumhurbaşkanı Andrey Duda’nın katıldığı bu buluşma önemli. Çünkü aralarında başka anlaşmazlıklar da olan bu üç ülke 11 yıldır ilk kez bir araya geldiği gibi krizin çözümü konusunda da Minsk Anlaşması’nı işaret ettiler.

Hatırlanacaktır, 2014 yılında da benzer bir kriz yaşanmış, 12 Şubat 2015’te Rusya, Ukrayna, Fransa ve Almanya liderlerinin Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’te imzaladığı anlaşmayla sorun geçici de olsa çözülmüştü. Anlaşmaya göre Ukrayna’ya ağır silahlar ve yabancı askeri birlikler yerleştirilmeyecek, ülkenin doğusundaki Rus azınlığın yaşadığı bölgelerde özerk yönetimler kurulacaktı. Kuşkusuz, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’nin artık bu temelde bir uzlaşmaya razı olması zor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise ancak bu noktada durdurabilir.

Scholz’un da bu doğrultuda çabalarını sürdüreceği görülüyor. Nitekim Scholz Paris ve Kiev’den gelen konuklarıyla görüşürken, Berlin’de daha alt düzeyde bir zirve daha gerçekleşti. Almanya, Fransa, Ukrayna ve Rusya temsilcilerinin katıldığı bu küçük zirve ‘Normandiya Dörtlüsü’ olarak biliniyor. İlk kez bu dört ülkenin liderlerinin katılımıyla gerçekleştirilen bu oluşum, ilk Ukrayna krizini Minsk Anlaşması’yla çözen süreci başlatmıştı.

Almanya Başbakanı Scholz, önümüzdeki hafta önce Kiev’e ardından da Moskova’ya giderek, Avrupa’yı bir savaşın eşiğine getiren krizin şiddetini düşürmeye çalışacak. Enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü Rusya’dan karşılayan Almanya, en azından bu nedenle bir sıcak savaşı önlemek zorunda.

Bu krizin çözümü içinse Avrupa’nın, ABD’den bağımsız uluslararası ve güvenlik politikaları geliştirmesi gerekiyor.

Fransa ve Almanya bunu başarabilir, Macron ve geçmişte de Merkel zaman zaman bunu dile getirdiler ama bunlar hep sözde kaldı.

ABD’nin ise çözüm aramadığı, adeta çözümsüzlüklere yatırım yaparak, yeni bir soğuk savaşa yol açtığı görülüyor. Tüm aksi yöndeki anlaşmalara, verdiği sözlere rağmen ve müttefiklerine danışmaya tenezzül etmeden NATO’yu doğuya doğru genişletmeyi sürdürerek, Rusya’nın patlamaya hazır bir barut fıçısı haline gelmesine yol açtı. 1990’lardan bu yana NATO’ya üye olan 14 ülke elbette bu kararı kendileri verdi. Ancak bütün üyelik süreçlerinin ABD dayatması sonucu gerçekleştirildiği biliniyor.

Ünlü ABD’li tarihçi George Kennan, bu sürecin başında (1990’larda) bugünleri görmüş ve “NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, Amerikan politikasının Soğuk Savaş’tan sonraki sonuçları itibarıyla en ağır hatası olabilir. Bu karar Rusya kamuoyundaki milliyetçi, batı karşıtı ve militarist eğilimleri tahrik edebilir, Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir soğuk savaşın başlamasına neden olabilir” demişti. Öyle de oldu.

Yeni soğuk savaşın, eskisinin bitişinin hemen ardından başladığı da söylenebilir. Ya da aslında hiç bitmemiş olduğu da...