Yunanistan konusunda alınacak en önemli ders halkın örgütlü ve birleşik gücüyle düzenin sınırlarını aşmaya yönelen bir mücadele olmaksızın başarmanın mümkün olmadığıdır

Yunanistan dersleri

Referandum’un ardından, SYRIZA –referandumda reddedilen kimi maddeleri de içeren- yeni bir anlaşmaya razı oldu. Bu durum yaygın olarak SYRIZA’nın yenilgisi ve deneyimin sonu olarak nitelendiriliyor. Bunun üzerinden de solda da SYRIZA hayal kırıklığı ya da tuhaf bir mutluluk yaşanıyor. Oysa mesele hiçbir zaman bu kadar basit olmadı, bugün de öyle değil.

I
Kapitalizme karşı, 1990’lardan başlayarak pek çok direnme hareketi, alternatif deneyim gelişiyor. Latin Amerika dalgası, karşı küreselleşme hareketleri ve günümüzde de isyan ve ayaklanmalar hiç de azımsanmayacak bir birikim ortaya çıkarıyor. Ancak, bunların parlayan yıkıcı enerjilerinin kapitalizme alternatif oluşturacak kurucu bir nitelik kazanması ile henüz mümkün olmadı. Kapitalizm tarihinin en önemli kriz dalgalarından bir tanesinin yaşanmasına rağmen, gerçek anlamda onu geriletecek bir seçenek oluşturulamadı.

İsyan-direniş hareketlerinin, bugün kimi noktalarda yerel –alternatif ekonomi ve dayanışmaya yönelen- kimi noktalarda SYRIZA ve Pedemos gibi siyasal seçeneklerde ifade edilen farklı arayışları söz konusu. Genel anlamda ise oldukça parçalı ve farklı tahayyüllere sahip hareketler olarak ilerliyor. O yüzden bu hareketleri modelleştirmeden, ancak imkan ve potansiyelinin farkında olarak değerlendirmek gerekir. Bu gelişim, kuşkusuz kimi yerde Brezilya’da Topraksız Köylülerin mücadelesinin üzerinden yükselerek iktidara gelen Lula’nın neoliberalizmle bütünleşen politikalarına benzer sonuçlar da ortaya çıkarabilir. Önümüzdeki dönemde isyan hareketlerinin içinde filizlenen kimi akımların bu yönde kimilerinin daha radikal dönüşümler doğrultusunda yol açmaya çalışacağı da şimdiden görülüyor.
Sonuçta bu da bir mücadele sürecinin içinde biçimlenecek. SYRIZA’nın şimdi Troyka’ya boyun eğen politikaları bu anlamda Yunan halkının iradesinin teslim olduğu anlamına gelmiyor. SYRIZA’nın içinden başlayarak, Yunan halkının mücadelesinde yeni bir evrenin başladığı anlamına geliyor. Bu anlamda, tüm olup bitenleri böylesi dinamik mücadelelerden azade bir biçimde, emperyalizmin restorasyon haritasının parçası olarak, göstermek halk hareketlerine yabancılaşan pasif bir tutumu da solda geliştirir. Oysa, böylesi dinamik ve çatışmalı bir süreçte, isyan dinamiklerini devrimci bir doğrultuda geliştirmek, bu dinamik-aktif tutumla mümkün olabilir. O yüzden, mesele sadece SYRIZA ve onun aldığı kararlarla sınırlı değil. Sonucu tayin edecek olan Yunan halkının seçimde ve referandumda Troyka’yı reddeden iradesinin bundan sonra nasıl şekilleneceğidir.
SYRIZA’nın iktidar deneyimini, sol mücadele açısından açığa çıkarttığı kimi noktaları üzerine de ayrıca düşünmek gerekir.

II
SYRIZA’nın başarısızlığının en önemli nedeni, Troyka karşısında meseleyi basit bir müzakere süreci olarak görmüş olmasıdır. Bu anlamda da, kimi tavizler koparmaya odaklanan taktik adımlarının her biri, Avrupa oligarşisi tarafından boşa çıkarıldı. SYRIZA, her ne kadar referandumla halkın iradesine başvurmuş olsa da, ülkeyi eski biçimde yönetmeye devam etti. SYRIZA, Avrupa oligarşisine ve onun içerdeki uzantılarına karşı emekçi halkın mücadelesini, bir halk seferberliğine dönüştürmediği noktada kaybetti. Nihayetinde referandumu da müzakerenin içinde taktikten öte bir noktada anlamlandırmadığından, bunun da gerisine düşebilecek bir anlaşmaya razı oldu.

SYRIZA’nın devrimci-dönüşümü hedeflemediği bu anlamda reformist bir Parti olduğu, malum. Ancak, böylesi bir sıkışma noktasında Yunan emekçilerine yönelik saldırıları durdurabilecek bir direncin geliştirilmesi dahi önemliydi. SYRIZA’nın başaramadığı bu oldu. SYRIZA içinde bugün yükselen itirazların olduğu biliniyor. Ancak mesele basitçe bir politika farklılığından ibaret görülmemeli. Eski biçimde yönetmeye devam edildikten sonra daha radikal bir politika da olsa hayata geçirilmesi pek mümkün olmayacak, Tsipras’ın çaresizliğinin ötesine geçilemeyecektir.

III
Masanın öbür tarafında yer alan Avrupa oligarşisi, SYRIZA’yı itibarsızlaşmak, bu anlamda sol bir deneyimin mümkün olmadığını göstermek üzere özel bir çaba gösterdiği de malum. Artık bir Avrupa’dan, özellikle de küreselleşmenin ‘demokrasi ve uygarlık merkezi olarak parlatılan’ Birlik’ten söz etmek mümkün değil. Burjuva demokrasilerinin ardında gizlenen oligarşi en çıplak haliyle görüldü. Krizin derinleştiği koşullarda, artan faşist baskılarla birlikte yönetim mekanizmasının gerektiğinde nasıl daraldığını gösteren bu deneyim, emperyalizm ve bağımlılık ilişkileri üzerine de bir kez daha düşünmeyi gerekli kılıyor.

Emperyalizm, küreselleşme çağında bağımlılık ilişkilerini giderek derinleştirdi. Ulus devletlerin görece özerk alanı, bu dönemde ortadan kaldırıldı. Sermayenin sınırsız dolaşımı doğrultusunda, az gelişmiş ülke ekonomileri bütünüyle bağımlılık zincirine sokulurken ekonomi yönetimleri de ulus devletlerden ulus üstü oligarşik yapıların denetimine sokuldu. Böyle bir yapıda, onun içinde kalarak yapılabilecekler ancak onların çizdiği sınırlar içinde mümkündür. Bu anlamda da sermaye karşısında emekçileri güçlendirecek reformist anlamda dahi politikaların geliştirilmesi, ancak bu düzenin dışına çıkmayı-onu yıkmayı temel alan bir kavgayı her düzeyde geliştirerek mümkün olabilir.

IV
SYRIZA’nın sınırlarını çizen bir diğer gerçek de, temsili demokrasi yanılsamasıydı. Bunun yanına giderek Tsipras’la özdeşleşen klasik burjuva siyaset alanının parçası olan yaklaşım da hakim hale geldi. Bu noktada, temsili demokrasinin içerisinde yıkıcı bir kuvvet olarak yer alabilmenin ön koşulunun halkın örgütlü inisiyatif alanlarının etkinliğine bağlı olduğu gerçeğidir. İsyan hareketleri içinden gelişen bir çizgide genel anlamda bu yönde bir siyasal seçeneğin oluşturulmasına odaklanıyor. Bu tür bir akıl, Podemos’ta da olduğu üzere, halk inisiyatiflerini bir tür aparat haline getirerek, temsili demokrasinin ve burjuva siyasetinin kurulları içerisine sıkışıyor. Bu noktada seçimlere, temsili demokrasi alanına fazlaca anlam yükleyerek, değişimin odak noktası olarak gören sağ parlamentarist bir akım sol içinde geliştiriliyor. Bu oranın önemli-önemsiz olmasına ilişkin sığ tartışmalarının ötesinde, temsil alanının kapitalist güç ilişkileri ile belirlenmiş sınırlarına ilişkindir.

V
Tüm bunlar Türkiye’de sol açısından da önem taşıyor. SYRIZA kazanmasının ardından, solda başlayan iki yönlü tartışmaların giderek uçlaştığı noktaların ötesinde, Haziran isyanının ardından gelişen isyan dalgasının nasıl ilerletileceği sorusuna yanıt aranırken bunlar üzerine düşünmek de yerinde olur. Seçim öncesinde solda oluşan havaya baktığımızda, parlamentodaki aritmetik değişimlere gerçekliğinin ötesinde anlamlar yükleyerek –neredeyse tüm sorunlarımızın çözümünü orada arayan- bir akımın etkili olduğunu gördük. Seçim sonrasındaki günlerde ise, o günkü sözlerin ötesinde siyasetin ‘istikrar’ ve ‘uzlaşma’ üzerine odaklandığı da görülüyor. Bu sınırları görmeksizin, direnme mücadelesinin bütünüyle sistem içerisine sürüklenmesinin nasıl sonuçlar ortaya çıkarabileceği de farklı biçimlerde görülüyor. O yüzden tüm bunların en önemli dersi, halkın örgütlü ve birleşik gücüyle düzenin sınırlarını aşmaya yönelen bir mücadele olmaksızın başarmanın mümkün olmadığıdır. Yunanistan’da görülen bu. Ve bu bize umutsuzluğu değil, umudun gerçek yolunu işaret ediyor.