Almanya, bir yandan önceki hafta yaşanan sel felaketinin yaralarını sarmaya çalışırken, diğer yandan da önümüzdeki sonbaharda geleceği artık kesinleşen dördüncü dalga korinavirüs salgınına hazırlanıyor. Bu devasa sorunlara çözüm arayışları ve bu kapsamdaki tartışmalar da yaklaşan genel seçimler nedeniyle siyasal gündemi belirliyor.

Güncel kamuoyu yoklamalarına göre son haftalarda ‘Federal Başbakan Adayı’ Annalena Baerbock’la ilgili irili, ufaklı skandallar nedeniyle büyük ölçüde prestij kaybeden Yeşiller, sel felaketinin ardından yeniden yükselişe geçti. Aslında aşırı sağcı AfD hariç Federal Meclis’e seçilme şansı olan tüm partiler, uzun süredir çevre koruma ve iklim kriziyle mücadele konularını seçim programlarına almış durumdalar. Ancak çevreyle ilgili her büyük krizde olduğu gibi, son felaket de bu konuların öncüsü imajını taşıyan Yeşiller’e desteğin artmasına yol açtı. Hükümet ortakları Hıristiyan ve sosyal demokratların oy oranları ise geriledi. Sosyal demokratların durumu zaten yaşadıkları kronik sorunlardan dolayı yeni bir şey değil. Ancak kendi aralarındaki liderlik krizini aştıktan sonra hükümetin özellikle koronavirüs salgınıyla mücadeledeki istikrarlı başarısı nedeniyle yükselişe geçen Hristiyan demokratlara olan desteğin yeniden gerilemeye başlaması, halkın kriz yönetimine verdiği kötü notun bir sonucu. Bu eğilimin seçimlere kadar devam etmesi halinde Almanya yeniden Yeşiller’in büyük ortak olduğu koalisyon seçeneklerini de tartışmaya başlayabilir.

***

Ancak koronavirüsün delta varyantının hızla yayılması ve bu arada aşı kampanyasına ilginin düşmesi, salgınla ilgili endişeleri ve tartışmaları yeniden gündemin ilk sırasına taşıdı. Seçimlerde büyük oy kaybına neden olabilecek ‘zorunlu aşı’ kavramını ağzına alanlar halen küçük bir azınlık. Buna karşın aşı olmayanlara yönelik kısıtlama önerileri giderek daha fazla destek buluyor. Salgınla mücadelenin önde gelen sorumlularından Devlet Bakanı Helge Braun’un aşı olmayanların izleyici olarak sportif ve kültürel etkinliklere katılmalarının engellenmesi, lokanta, kafe ve dinlenme tesislerine alınmaması gibi önlemlerin düşünülebileceğine dair açıklamasının neden olduğu tartışmalar halen devam ediyor.

Hem muhalefet hem de iktidar cephesinden politikacıların tepkileri, kimilerince dolaylı yoldan ‘aşı zorunluluğu’ olarak görülen bu kısıtlamalar konusunda bir belirsizliğin egemen olduğunu gösteriyor. Örneğin Sol Parti ve FDP gibi muhalefet partileri anayasal özgürlüklere müdahale gerekçesiyle bu kısıtlamalara karşı çıkarken, Yeşiller partisinin iki numaralı ismi Robert Habeck’ten dolaylı bir destek geldi. Aynı partinin önde gelen isimlerinden Baden Württemberg Eyalet Başbakanı Winfried Kretschmann ise zorunlu aşının ileride söz konusu olabileceğine dair bir açıklama yaptı. Benzer bir durum hükümet partileri için de geçerli. Hıristiyan demokratların başbakan adayı Armin Laschet, partidaşı Braun’un önerilerine karşı çıkıp, aşı olmayanlara yönelik korona testi uygulamasının yeterli olacağını savunurken, Bavyera Başbakanı Markus Söder, Fransa’da olduğu gibi testin ücretli hale getirilmesini ve böylece insanları aşıya yönlendirilmesini istiyor. Hükümet ortağı sosyal demokratlardan da farklı sesler çıkıyor. Federal Adalet Bakanı aşı olmayanların test yoluyla kontrolünü savunurken, SPD’nin sağlık politikaları sözcüsü Karl Lauterbach ise korona testlerinin sonuçlarındaki hata oranının çok yüksek olduğuna da dikkat çekerek, önümüzdeki günlerde ‘aşı olanlar ve hastalığı geçirenlerle test sonucu negatif çıkanların eşit düzeyde görülmeyebileceği’ne işaret ediyor.

Bu arada haftalık insidans sayısı ile yoğun bakımda tedavi görenlerin sayısı giderek artıyor. Robert Koch Enstitüsü’nün (RKI) verilerine göre temmuz başında 4,9’a kadar gerileyen insidans sayısı, dün itibarıyla 15’i buldu. Bu sayılar, salgının önceki dalgalarına göre halen çok düşük, ancak artış eğilimi hem federal, hem de eyalet hükümetlerinin yeni kısıtlamalar içeren önlemleri gündeme aldığı gösteriyor.

Bu arada aşı yoluyla salgını durdurma hedefi iyice belirginleşen isteksizlik nedeniyle tıkanmış durumda. Günlük aşı sayısının her gün biraz daha gerilediği görülüyor. Toplam nüfusun şu ana kadar ancak yüzde 50’sinin iki doz, yüzde 61’inin de tek doz aşı yaptırdığına işaret eden uzmanlar, RKI’nın yüzde 85 olarak açıkladığı hedefe yaz sonunda ulaşmanın çok zor olduğunu belirtiyorlar. Öte yandan aşı karşıtlığı ve isteksizliğinin yaygın olduğu Fransa’da hükümetin lokanta, bar, kafelere girebilmek, otobüs, tren ve uçaklarla yolculuk edebilmek için getirdiği sağlık kartı ve sağlık sektöründe çalışanlara yönelik zorunlu aşı uygulamasının önümüzdeki ay başında yürürlüğe girmesi kesinleşti. Buna paralel olarak da aşı olanların sayısının arttığına işaret eden Cumhurbaşkanı Macron, ülkede bir ‘aşı patlaması’nın yaşandığı ileri sürüyor.

***

Bir yanda elinde yeterince ve hatta gerektiğinden daha fazla aşı olan zengin ülkeler. Diğer tarafta ise sağlık sisteminde çalışanları aşılayabilecek kadar bile aşısı olmayan yoksullar. Zenginler salgını durdurabilmek için insanlarının önemli bir bölümünü halen aşı olmaya teşvik edemediği için özgürlükleri sınırlamayı bile gündemine alıyor. Yoksullar ise kendilerine verilen sözlerin tutulup, yeterli dozda aşının bağışlanmasını bekliyor.

Bu arada şu ana kadar dünyada 4 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan virüs ise yayılmasını sürdürüyor. Elbette aşı sayesinde yayılma ve ölüm oranları düştü. Ancak dünyanın bir bölümündeki aşı isteksizliği ve diğer bölümündeki aşı yetersizliği nedeniyle pandeminin durdurulması için gerekli olan küresel bağışıklığa erişebilmek çok zor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), bu hedefe 2023’te ya da daha sonra ulaşılabileceğini tahmin ediyor. Almanya şimdilik zorunlu aşı tartışmasını ertelemiş durumda. Ama 26 Eylül’deki genel seçimden sonra konu şimdikinden daha yoğun olarak gündeme gelecek. Büyük bir olasılıkla da salgının dördüncü dalgası tam o dönemde başlamış olacak.