Google Play Store
App Store

Boğaziçi Üniversitesi (BOUN) direnişi; başta kayyum rektör olmak üzere, iki yeni “gece-indi” fakültesi ve bu acayiplikleri destekleyen diğer üniversite yöneticileri ile geniş bir akademik yönetici çevreyi kamuoyunda görünür hale getirdi. Boğaziçi Üniversitesi gibi, uluslararası bilim topluluğuna entegrasyon düzeyi yüksek bir yere çullanan yöneticilerin akademik kalibresinin sorgulanması kaçınılmazdı. İktidar çevresi, üniversite bütünü ile atanmış üniversite yönetimi arasındaki muazzam seviye farkını, Batıcı seçkinciler-yerli milliciler şeklinde kodladı. Muhalefet ise bu durumu akademide liyakatsizliğin bir göstergesi olarak değerlendirdi.

İşgal edilen pozisyonun gerektirdiği donanıma sahip olmamak, her istihdam alanında benzer etkilere mi sahiptir? Buna evet demek zordur; zira liyakatsizliğin etkisi, istihdam edilen alana ve işgal edilen makama göre belirlenir. Boğaziçi direnişinin spot ışıkları, akademide liyakatsizlik teşhisinin barındırdığı derun-i manayı gözler önüne seriyor. Akademinin kendine özgü eşsiz yapısını kavramak bakımından BÜ direnişinin temel motifi olan kurumsal özerklik üzerinde durmak gerekir.

Hiçbir kurum ve toplulukta özerklik, bireysel özerkliklerin varlık nedeni değildir.Bu özellik sadece akademide mevcuttur; burada akademi terimi, bilim topluluğunun kurumsal ifadesi olarak görülmelidir. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri bireysel özerkliklerine çok düşkün oldukları için, kurumsal özerklikte bu kadar ısrarcıdırlar. Bireysel özerklik, bilimsel bilgi üretme özgürlüğünün garantisidir ki Latince karşılığı ile “libertas philosophandi” kavramı ilk kez 1622’deki Galileo savunusunda yer almıştır. Sözü edilen, modern bilimlerin kurucu ilkesidir, varlık nedenidir.

Görüldüğü gibi bilim söz konusu olduğunda kurumsal özerklik, hem kişisel düzlemde bilgi üretme özgürlüğünün hem de bilim topluluğu teşkil etmenin yegâne güvencesidir. Kurumsal özerkliğin, dolaysısıyla özerk bilim topluluğunun varlığı ise akademinin tek gerçek denetim mekanizması olan meslektaşlar arası denetimin, olmazsa olmazıdır. Türkiye üniversite sistemi, bu son derece etkili denetim mekanizmasından uzun süredir yoksundur. Bu yoksunluk, Türkiye kamuoyunun, çoğunlukla iktidar yanlısı kanallardan, büyük şaşkınlıkla izlediği akademik unvan sahibi kişilerin ve daha da binlercesinin varlık nedenidir.

Akademide kurumsal özerkliğin yasal çerçevesi, YÖK düzeni ile 1980’lerin başlarında yok edilmiş, araştırma ve öğretim birlikteliğine dayalı Humbolt tipi üniversite işleyişi 1990’ların piyasacı ataklarıyla parçalanmış ve nihayet ortaya çıkan boşluk, uzun AKP iktidarının tamamlayıcısı konumundaki dini grupların fasılasız ataklarına sahne olmuştur.

Yıllar önce Diyarbakır’da düzenlenen bir üniversite panelinde benim gibi konuşmacı olan Dicle Üniversitesi mensubuna yönelttiğim, “üniversiteniz nasıl” şeklindeki tipik Türk sorusuna aldığım yanıtı hâlâ unutamıyorum: “Rektörümüz Fetullahçı, iki yardımcısından biri Menzilci, diğeri de Kırkıncı Hocacı”. Bilim topluluğu üyesi olduğu müddetçe, rektör vb. idari görev üstlenmiş kişinin ne inancı ne de inanca dayalı mensubiyeti kimseyi ilgilendirmez. Ne yazık ki, Anadolu üniversitelerinde başlayıp, yaygınlaşan ve merkez üniversitelerindeki kuşatmasını Boğaziçi Üniversitesi ile nihayete erdirmek isteyen eğilim, bu sınıfa girmiyor.

Karşımızda, akademiye dahil olmanın ve yükselmenin nesnel addedilen ölçütlerini şekli gerekler düzeyine indirgeyen ve işgal edeceği pozisyonu, mensubu olduğu inanç grubu için araçsallaştıran bir mekanizma söz konusudur. Bu örgütlü fenalıkla, sayıları iki yüzlerle ifade edilen “parayla tez yazdırma” girişimlerinin eş zamanlılığı, asla tesadüf değildir. Tezin (bilimsel katkı) metalaşması (parayla erişilebilir bir varlık haline gelmesi), onun şekli bir gereklilik olarak kavranması ile mümkündür. Akademinin eleştirel damarını tasfiye edeceğiz diye; özgür bilgi üretme ortamını ve kurumsal özerkliği önce postalın, ardından piyasanın hükümranlık alanına terk edenler şimdilerde ne düşünüyorlardır, bilinmez.

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişin bilmemizi istediği husus şudur ki, bilimsel ölçütleri şekli gerekliliğe indirgenleri teşhir edecek ve kurumsal özerkliği yeniden inşa edecek damar bu topraklarda mevcuttur!