Google Play Store
App Store

Almanya’yı 15 aydır yöneten “ilerici koalisyon“un hükümet programında yer alan “feminist dış politika“ hedefiyle neyin kastedildiği nihayet açıklandı.
Zamanlama mükemmel: Bir hafta sonra “Dünya Kadınlar Günü“ kutlanacak ve Almanya, şimdi bizim yaptığımız gibi öyle ya da böyle koalisyon hükümetinin iki “feminist“ bakanının önceki gün açıkladığı “feminist dış politika“yı konuşacak, tartışacak.

Bir diğer “feminist“ politikacı, Sol Parti’nin Eşgenel Başkanı Janine Wissler, “Kadın haklarının çiğnediği ülkelere silah satılmasına, o ülkelerle ticari işbirliği yapılmasına itiraz etmeyenler“in ‘feminist dış politika‘ iddiasının inandırıcı olmayacağı“ uyarısında bulunarak, tartışmanın bir tarafında yer aldı hemen. Somut örnekleri de sıralayarak: Almanya’nın Suudi Arabistan’a silah satışı, Katar’la sıvı gaz alışverişinin “feminist ve demokratik değerlere dayanan bir politika“ olmadığını hatırlattı.

Yeşiller partisinden Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ile sosyal demokrat Kalkınma Yardımları Bakanı Svenja Schulze‘nin birlikte açıkladıkları, hem kendi bakanlıklarının işleyişinde, hem de uluslararası politika ve dış yardımlarda “feminist“ ilkelerin geçerli olacağına, olması gerektiğine dair açıklamalarına ana muhalefetteki merkez sağ partiler birliği CDU/CSU’dan da (Hıristiyan birlik partileri) ilginç bir itiraz geldi: “Feminist dış politika yapacaksınız, İran’daki kadın protesto hareketine açıktan destek vermelisiniz!“ diye. Ancak sağ ve muhafazakar (son yıllarda bu konuda kısmi ilerlemeler göstermiş olsalar da) partilerin bu konudaki çıkışlarının demogojik karakterli olduğu biliniyor. Yine de CDU/CSU Meclis Grubu Dış Politika Sözcüsü Jürgen Hardt’ın uyarısının haklı bir yanı var. Hardt’ın geçtiğimiz eylül ayında genç bir kadının (Mahsa Amini) başını açtığı için “ahlak polisi“ tarafından öldürülmesinin ardından başlayan ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan protestolarda Almanya’nın İran’a yeterince sert çıkmadığı eleştirisi, Almanya’daki muhalif İran örgütlerince de paylaşılıyor.

***

Eleştiriler haklı.

Tabii ki uluslararası politikaları, ilkeler ve değerler değil, ülkelerin ve de uluslararası tekellerin çıkarları belirliyor halen…

Ancak yine de iki “feminist“ bakanın altını çizdiği, Almanya’nın bundan sonraki (en azından şimdiki hükümet döneminde) uygulayacağını açıkladıkları “feminist dış politika“ndan ne anladıklarını kavramaya çalışacağız…

Çünkü ne kadar yetersiz görülse de Kalkınma Yardımları Bakanı Schulze, Almanya’nın uluslararası politikasını tarif ederken şu ilkeyi esas aldıklarını vurguluyor:

“Eğer kadınlar eşit haklara ve sorumluluklara sahip olurlarsa, dünyamızda daha az yoksulluk, daha az açlık ve daha fazla istikrar olur!“

“Feminst dış politika“ kavramı, yeni bir şey değil. İlk olarak 2014 yılında İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström tarafından gündeme getirilmiş, bir yıl sonra da “İsveç’in dış politikadaki tüm adımlarda bundan sonra feminist bakışın ölçü alınacağı“nı açıklayarak, bunu hükümet programında yer almasını sağlamıştı. İsveç’in bu konuda insanlığa önemli bir katkısı olmadı, nitekim geçtiğimiz yıl yönetimi üstlenen sağcı hükümet de programdan bunu çıkararak, kendilerini bu yükten kurtardılar. Bu arada Şili ve Meksika gibi ilerici güçlerin yönetimde olduğu ya da Kanada ve İspanya gibi ülkeler de dış politikalarında “feminizm“e vurgu yapmaya karar verdiler…

Almanya’nın dış politikasının da bundan sonra “feminist“ olacağını duyuran iki bakan, bu açıklayan belgeleri de açıkladılar.

Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan 88 sayfalık “Feminist Dış Politika’yı Şekillendirmesi / Dışişleri Bakanlığı’nın Kılavuzu“ başlıklı belgeyle, Kalkınma Bakanlığı’nın yayınladığı 42 sayfalık “Feminist Dış Politika Stratejisi“, Almanya merkezli çeşitli uluslararası yardım örgütlerinin de işaret ettiği gibi, hem dünya çapında yoksulluk ve açlıkla mücadele, hem de kadın hakları açısından önemli ve yararlı hususlar içeriyor.
En önemlisi maddi yardımlar…

Dışişleri Bakanlığı’nın 7,5 milyar euroluk bütçesinin 5 milyarlık bölümü “cinsiyete duyarlı“ (gender) humaniter projelere verilecek.

Kalkınma Bakanlığı ise 12 milyarlık bütçenin büyük bir bölümünü kadın-erkek eşitliğini esas alan projelere yönlendirecek.

Silahlanmaya ayırılan paranın artması, Ukrayna’ya askeri ve ekonomik yardım gibi nedenlerle Federal Hükümet’in bütçesinde önümüzdeki dönemde uluslararası yardımlar ve sosyal projeler kalemlerinde ciddi bütçe kesintileri beklendiği için bu politikanın ne ölçüde gerçekleşeceği, ne ölçüde bir “etiket“ olarak kalacağı henüz belli değil. Ancak OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkelerinin uluslararası yardımlarının ancak yüzde 1’inin feminist örgütlere verildiği dikkate alınacak olursa, bu niyet açıklamaları bile bir ilerlemeye işaret ediyor.

İki “feminist“ bakan, “feminist dış politika“larını açıklarken, Almanya diğer yandan da feminizmin öncü savaşçısı, Gazeteci-Yazar Alice Schwarzer ile Sol Parti’li politikacı Sahra Wagenknecht gibi iki önemli kadının öncülüğündeki bir diğer “dış politika“ atılımını tartışıyor. Bu satırları yazarken Schwarzer ve Wagenknecht’in yayınladığı, Ukrayna’ya silah yardımlarının derhal durdurulması ve acil bir ateşkes için tüm tarafların masa başına oturmasını talep eden “Barış Manifestosu“nu imzalarıyla destekleyenlerin sayısı 720 bine yaklaşıyordu… Buna açık destek veren birkaç sağcıya dikkat çekerek diskrimine etmeye çalışan ana akım medyanın tüm kampanyasına rağmen, manifestonun „Barış için ayağa kalkalım!“ çağrısına uyan 50 bin kişi de haftasonunda Berlin’e toplandı.

Bakalım hükümetin “feminist dış politikası“, sokaklara güçlü bir biçimde yansıyan bu çağrılara daha ne kadar kulaklarını tıkayacak.