Bir doktor arkadaşım var, liseden bu yana arkadaşız. Anne babası köy enstitülü öğretmenlerdi. 14 yaşında, Akşehir’den İzmir’e Atatürk Erkek Lisesi’ne yatılı olarak okumaya gitti. Devlet okuluydu. Sonra o dönem en yüksek puanla girilebilen Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazandı. 12 Eylül’ün hemen sonrasıydı. Üniversitenin yurdunda kalarak bitirdi fakülteyi. Ardından aynı fakültenin, döneminin en zor girilebilen Çocuk doktorluğu uzmanlığını da kazandı. Orayı da bitirdi. Akademisyen olabilirdi, sanırım çocuk enfeksiyondan bir hocası, kalmasını önermişti, istemedi; aşkının peşinden gitmeyi seçti. İç Anadolu’da orta büyüklükte bir il devlet hastanesinde çocuk doktoru olarak çalışmaya başladı. Bir süre muayenehanesi olsa da, seçim yapması gerektiğinde kamu hastanesi doktoru olmayı seçti, hâlâ da öyle.


40 yıla yakındır arkadaşız. Çocukluğundan bu yana edebiyata düşkün, müzik zevkiyle hepimize rehberlik eder. Tanıdığım en dürüst, en temiz, hassas kalpli insanlardan biridir. Kimsenin hakkını yememiş olduğuna kefil olabilirim rahatlıkla. Belki, o da belki aşkta kırmıştır birilerini en fazla. Kabalık, nobranlık, kibir gibi özellikler yanından bile geçmez. Doğa tutkunudur, bisiklet sevdalısıdır, şarap ve puro keyfi vardır, romantik aşk filmlerinde hala dolar gözleri. Tüketim ve gösteriş merakı hiç olmadı, ilk arabasını 20 yıl kullandı. Öyle esprilidir ki, toplandığımızda meddahlaşır, kırar geçirir hepimizi gülmekten.

Mimar olmak isterdim ama bizim dönemin gözde mesleği doktorluktu, annem babam da çok istemişlerdi, çocukları da çok severdim zaten diye açıklar çocuk doktorluğunu. İşini çok iyi yapar. Gereksiz ilaç yazmaz, gereksiz tetkik istemez, ilaç endüstrisi ile etik sınırlar içinde kalmaya çok dikkat eder. Her hastasına vakit ayırır, dinler muayene eder ve en güncel, doğru tıbbi tedavi ne ise onu önerir.

***

Bilimsel ve etik bir doktor olarak çalışıyor. Ama hastalar hiç memnun değil ondan, çoğu meslektaşı da! 2016’ ya kadar hastanede Fethullahçıların düzenlediği toplantılara gitmeyen bir kaç kişiden biri olduğu için sevilmezmiş, 2016 sonrası da Fethullah’a yeterince sövmediği için! Ama asıl mesele bu değil. Bir süre önce “Bu doktor çok yaşlı, diğerleri günde 150 hasta muayene ediyor, bu ancak 50 hasta bakıyor; çok uzun muayene ediyor, tahlil istemiyor, az ilaç yazıyor” diye şikayet etmişlerdi. İşini bilimsel, etik, hasta yararına ve Sosyal Güvenlik Kurumu yararına yaptığı için, performans puanı çok düşük oluyor. Performans puanı düşük olunca aynı uzmanlığı yapan genç meslektaşlarından en az 3 kat daha az performans ücreti alıyor. Doktorlara verilen performans ücreti, baktıkları hasta sayısı ve istedikleri tetkik sayısına göre hesaplanıyor. İlaç şirketleri de çok ilaç yazan doktorları kongrelere götürüyor.

Hastasına yeterli zamanı ayırdığı, gereksiz tetkik istemediği, gereksiz ilaç yazmadığı için hastaları sevmiyor, bazı meslektaşları da ya arkasından gülüyor ya da hoşlanmıyorlar.

Demem o ki iyi bir insan, örnek bir yurttaş, bilimsel, etik, iyi bir doktor olduğu için sevilmiyor, dışlanıyor hem de çok az maaş alıyor. Hemen yanı başındaki meslektaşı ise olağanüstü sayıda hasta bakıyor, kapıdan girene on tetkik, çıkana 5 ilaç yazıyor. Daha çok para kazanıyor, daha gözde doktor hastalar için, yöneticileri de seviyor, kongrelere sponsor olmak için ilaç şirketleri kapısında bekliyor.

***

Arkadaşım yalnız değil. Onun gibi öğretmenler, hukukçular, manavlar, su tesisatçıları, mühendisler, ayakkabı boyacıları, işçiler, insanlar var. İyi ve ahlaklı olmanın bedelini dışlanarak, yoksullaşarak ödüyorlar.

İnsan bilincini içinde yaşadığı koşullar belirliyor elbet. Nasıl yaşıyorsak öyle düşünüyor, öyle inanıyoruz. Bu doğru hakkında bir yanlış inanış var. Sanki bu hemen olurmuş sanılıyor. Yaşam koşulları (üretim ilişkisi) değişince insan bilinci hemen değişmiyor. Öyle olsa ideoloji diye bir kavram olmazdı. Arkadaşım o yüzden hâlâ bu bilince sahip.

Ne yapsın arkadaşım?

İyi, dürüst, ahlaklı, çalışkan olmayı erdem bilen, anababalarından öyle gören, hayatları boyunca da öyle yaşamaya çalışan arkadaşlar ne yapabilirler? Herhalde hesabı öte dünyaya bırakacak değiller. Zaten bu dünyada yaşama yolunun bu olması gerektiğine inandıkları için, başka türlü olmayı ahlaki bulmadıkları için böyleler. Öte dünyanın olası ödülü için değil yaşama sorumluluğundan, hayatın anlamından anladıkları bu olduğu için böyle yaşıyorlar.
Arkadaşımın ve arkadaşlarımın hayattan anladıkları onlara isyan hakkı veriyor. O isyanı örgütleyecek, siyasal pratiğe çevirecek politik haraketlere sorumluluk düşüyor. Ben inanıyorum ki o politik hareket arkadaş(lar)ımın isyanına gövde olmazsa, isyan kendi politik hareketini kuracak. O yalnız değil, ama soyu tükenme tehlikesi altında.