Asgari ücret bir geçim ücreti değilmiş. Çalışanları korumak için belirlenen bir ücretmiş. Bunu biri söyledi. Sıradan biri değil, bir bakan. Hem de çalışma hayatından sorumlu bir bakan.

Yani işçi emek gücünü ağır ve uzun çalışma süreleri karşılığında satacak, sattığı emek gücünün karşılığında elde ettiği gelir ile çocuklarının ve kendinin yaşamını sürdüremeyecek. Bu da normal bir durum olarak görülecek.

İşçi canından, bedeninden verecek, dünyadaki emsallerine göre hem resmi hem de fiili olarak çok uzun sürelerle çalışacak ödenen ücret geçim ücreti olmayacak. Bu insanlar emek gücünü çeşitli nedenlerle kullanamayan ve bu nedenle sosyal korumaya ihtiyaç duyan kesimlerle aynı kategoride, yardıma muhtaç statüsünde değerlendirilecek.

Bu 19. yüzyılın çalışma koşullarına bile şapka çıkartır.

Asgari ücret geçim ücreti değilmiş. Bunu biri söyledi. Bir bakan. Çalışma hayatından sorumlu bakan.

Halbuki asgari ücret yöntemeliğinde, asgari ücret işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret olarak belirlenmiş durumda.

Bakanın bunu bilmemesi mümkün mü? Elbette mümkün değil.

Bakan üzgün. İşverenler karşısında mahcup. Yüzde 3 + 3 artış için söz verilmiş belli. Bir o kadar daha artış yapmak zorunda kalmış. Ama artış oranı yine son derece komik. Çünkü yüzdelik artışlarla asgari ücretlinin temel sorunlarını çözmek mümkün değil.

Bakan mahcup. Ama geçim ücretinin altında yaşamak zorunda bıraktığı milyonlara karşı değil.

Biz biliyoruz ki “emek gücünün değeri, emekçinin varlığını sürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarının değeridir…Emek gücünün sahibi, yarın da aynı süreci sağlık ve kuvvet yönünden aynı koşullarda yenileyebilmelidir..Öyleyse geçim araçları onun çalışan bir insan olarak normal durumunu sürdürmesine yeterli olmalıdır. ..Emek gücü üretimi için gerekli geçim araçlarının toplamı emekçinin yerini dolduracak olanların yani çocuklarının gereksinimlerini de karşılayacak düzeyde olmalıdır.”

Sermayedar bilir ki işçiyi uzun sürelerle çalıştırmak için geçim ücretini vermek onu çalıştırabileceği daha uzun sürelere engel değildir. İşçinin yaşamını sürdürebileceği minimum tutarı verir. Emeğinin geri kalan kısmına el koyar.

“Emek gücü değeri ile bu emek gücünün emek süreci içerisinde yaratığı değer birbirinden tamamen farklı büyüklüktedir. Kapitalistin emek gücünü satın alırken göz önünde bulundurduğu şey işte bu iki değer arasındaki farktır. O yüzden işçiyi ne kadar uzun çalıştırırsa o kadar çok kazanır.”

TÜİK’in “Kısımlara göre sanayi ve hizmet sektörlerinde, istihdam ve temel göstergeler” tablolarında suulan verilere göre 2011 yılında 9 milyon ücretli için emeğin üretimden aldığı pay sadece yüzde 12,77 düzeyindedir. Bu oran inşaat sektöründe yüzde 7, enerjide yüzde 3 seviyesine gerilemektedir. İmalat sanayinde de yüzde 7,35 seviyesindedir.

İşçinin ürettiği katma değerden aldığı pay yüzde 42 seviyesindedir. Enerjide bu oran yüzde 21, madencilikte yüzde29, inşaat sektöründe yüzde 39 seviyesindedir.

Sermaye için sömürü şahanedir. Bu koşullarda asgari geçimi bile sağlayacak bir ücreti ön görmemek insanlara daha çok çalış, fazla mesai yap, olmadı ikinci işi yap demektir. Yaşama öl demektir. İşçiye denilen budur.

Bakan geçen yıl şöyle diyordu:  “Asgari ücretle geçinilmez diye bir şey yok. Geçinirsiniz. Ona mahkumsanız 800 TL de büyük bir paradır.”

O para kimseye yetmez. Uzaktan davulun sesi hoştur.