Türkiye 2012-13 futbol sezonuna sahada oynayanları değil kenarda oturanları konuşarak başladı. Fenerbahçe Alex’le Beşiktaş Quaresma ile geleceğini düşünürken bunlardan ilki camia bazında bir hadiseye sebep oldu. Sıra ulusal takıma geldiğinde Abdullah Avcı’nın Selçuk tercihi bu sefer asıl tartışma konusuydu. Biz de Dünya Kupası elemeleri haftasında bu kısımdan hareketle Avcı’nın takımının performansını masaya yatıracağız.

Yapılanma problemi
Estonya maçının son 70 dakikasını bir başka bakış açısıyla ele almak lazım. Estonya’nın 10 kişi kalmasından sonra maç doğası gereği yarım saha bir maça döndü. O ana kadarki performansımızın da çok üst düzey olduğunu söyleyemeyiz. Tabii ki baz alacağımız Hollanda maçı bizim açımızdan daha önemli. Üstelik biz bu grupta Hollanda’yı kendimize rakip olarak görüyoruz ve dahası görmeliyiz. Cuma akşamı, karşısında, bir önceki ulusal takım macerası yolunda gitmemiş, kadroda önemli değişikliklere başvurmuş ve Dirk Kuijt’ın deyimiyle “2010 Dünya Kupası sonrası artık rakiplerin korkmadığı” bir Hollanda vardı. Maçın ilk yarısında başabaş götürdüğümüz oyun, ikinci yarıda mutlak üstünlüğe dönüşebilirdi ancak biz bunun yerine oyun felsefesinin devamsızlığını ve atakların cılızlaştığını gördük. Burada temel sorun Selçuk İnan’ın yokluğu değil elbet. Hollanda’nın daimi formsuz Heitinga ve ulusal takımda forma giyme sayısı toplam 7 olan defans hattı, son 45 dakikada Dünya Kupası’ndaki 3 maç ve Belçika ile oynanan hazırlık maçını da sayarsak en problemsiz 45 dakikasını oynadı. Ulusal takımların kadro istikrarı ve felsefenin oturtulması tarafından dezavantajı uzun kamp dönemlerinden yoksunluk ve maç tarihleri arasındaki zaman farkıdır. Zaman zaman elemelere başladığınız kadro ile bitirdiğiniz kadro arasında büyük farkla olabiliyor çünkü 1,5 sezonluk bir dönemi kapsıyor uluslararası turnuva elemeleri. Dolayısıyla burada asıl yapılması gereken elinizdeki oyuncu grubundan en efektif şekilde yararlanarak, taktik disiplinin oturtulabileceği kupa öncesi kamplara gitme şansını yakalamak.

Hazır formül
Abdullah Avcı’nın oyun felsefesinin ne olduğunu 5 senelik İstanbul macerasından biliyoruz. Kalibresi düşük, parıltısız ve genelde Süper Lig macerası olan oyunculardan kurulu takımı, kontrataktan çok, topu ayağına aldığında sabırlı ve ligin kalburüstü takımlarını dahi zorlayan bir pas trafiği ile oynuyordu. Bu felsefenin arkasında ne İspanya’nın yaptığı gibi fazla sayıda hazırlık pasları ne de tipik bir kontratak takımının dikine çıkışları mevcut. Aslında oyun disiplini anlayışı çok gelişmemiş ama yetenekli pas ayakları olan bir ulusal takım için son derece elverişli bir oyun planı bu. İşte Selçuk İnan’ın kenarda bekletilmesini bu açıdan eleştirebiliriz. Abdullah Avcı oyun planının merkezindeki oyuncunun fazla statik olmasını tercih etmiyor olabilir. Hem 17 yaş altı takımında kullandığı Nuri Şahin, hem de şimdi kullandığı Arda da bunu kanıtlar nitelikte. Ancak Türkiye bu 2 maçta da görüldü ki merkezden oynuyor, Umut Bulut ve gerektiğinde Burak Yılmaz ile oynuyor. Bu oyuncuların geçmişten gelen uyumunu kullanmayı hazıra konmak olarak görmemek lazım. Ülkenin en formda kulüp takımı formülü kullanmaktan çekinmiyor, İspanya son 4 senede kazandığı 3 büyük kupada Barcelona formülünü kullanmaktan hiç çekinmedi, biz de çekinmemeliyiz.

12-16 Ekim tarihlerinde önce Romanya ile içeride sonra da Macaristan ile Ferenc Puskas Stadyumu’nda oynayacağımız maçlar muhtemelen gruptaki kaderimizi çizecek. 3’er ihtimalli 2 maç bizi grupta Hollanda’nın 1 numaralı rakibi de yapabilir, 2014 ümitlerini daha 4. Maçlar sonunda rafa kaldırmamıza da sebep olabilir. Ülke olarak bu maçlara basın, teknik kadro, futbolcu ve izleyiciler olarak konsantre olmamız ve iyi bir sınav vermemız gerekiyor. Türkiye 1996’daki Avrupa Şampiyonası sonrası hiçbir zaman üstüste 3 turnuvayı kaçırmadı. Bu, kulüplerimizin uluslararası alandaki performansları göz önüne alındığında hiç de arzu etmediğimiz bir durum.

Kapatırken şu muhalefet şerhini de düşmek lazım. Emre Belözoğlu bu ülke sahalarında, siyahi bir futbolcuya açıkça ırkçı ifadeler kullanan ilk futbolcu oldu ve bunun üzerine bir de kamuoyunun karşısına çıkıp gerçeği yalanlarla kapatmaya çalıştı. Bu oyuncunun kaptanlık pazubandını kolunda taşıması en sade ifadeyle hiç hoş durmuyor.  Son bir uyarı. Fenerbahçe’nin 2 formsuz beki ulusal takımda da aynı yerleri işgal ediyorlar. 1 ay sonraki 2 ciddi randevuda bu düzeyde kalırlarsa alternatifler üzerine düşünmek yerinde olacaktır.