Geçtiğimiz hafta ‘bölünen kadınlar’ başlığıyla paylaştığım yazıda, kadın üzerinde erkeğin sahipliği anlayışıyla her gün artarak önümüze gelen saldırgan ve baskıcı uygulamalarının tek adam iktidarının yeni döneminde artacağına değinmiştim. İktidarın kendi çıkar öncelikleri nedeniyle, beklentisini -henüz sadece- ayrıcalık ve kaynak sağlayarak karşılamayı tercih ettiği cemaat ve tarikatların listesi, her gün yeni ve duymadığımız ilişki ağlarıyla güncellenerek paylaşılıyor. Seçimle birlikte RTE’yi iktidara taşıyan ve yönetilemeyen çökmüş “enkaz” ekonomisiyle uzun süre tutunamayacağı bir dönem armağan eden bu yapılar artık kendi önceliklerini yani karşı devrimin resmileştirilmesini istiyor. İşte tam bu noktada kadınların özgürlüğü, hele kendilerinden daha eğitimli ve yetkin olanların varlığı en büyük rahatsızlık.

Kadın kelimesinden bile rahatsız bu akıl. Türkçemizi de yerli ve milli görmediği için yanlış kullanımla eğip büküyor. Onlara göre ayıp olan “kadınların” ve  kendilerini tahrik edip cinsel ve canavarca duygularını harekete geçirdiği için örtülü kalması uygun görülen minicik çocukların yani “kızların” bahsi için daha kibar ve “örtülü” bir kelime kullanılması ideolojinin yolunu güçlendirmek için dili de ele geçirerek gericiliği olağanlaştırıyor. Kimilerine göre önemsiz ve sıradan bu hamleyle de kodlar topluma günlük hayatın içinde doz doz aktarılıyor. Kimseye “Bay” diye seslenmediğiniz, “bay ayakkabısı var mı?” Gibi sorular sormadığınız halde erkek demenin alabildiğine özgürlüğü yanında özelliklede kadınların ağzında olmasıyla ‘çok amaçlı’ anlam kazanan bir bayan kelimesi nelere kadir bir bilseniz.

A Milli Kadın Voleybol takımımız ülkemize müthiş bir gurur ve başarı kazandırdı. Takımımız daha yurda dönmeden onlarla iftihar edemeyenlerin, zaferlerini kutlayan kadınların dansından, şortundan, kimliğinden rahatsız olanların hedefi oldular. Yandaş gazetecilere neredeyse dolmuş seferi yapan özel uçakla getirilmeyi eminim umursamazlardı ama övgüden çok yergiyle karşılaşmayı da beklemezlerdi. Onlarla gurur duymak için bile Erdoğan’a övgü düzebilmek gerekli. Cumhuriyetin kızları tarih yazarken onların sevincine bile gölge arayan, kendi başarılarını diledikleri gibi kutlamalarına karışan ve Cumhuriyetin 100. Yılında gelen madalyanın mutluluğunda eski ve yeni Türkiye tartışmasına malzeme arayanlar, ‘Erdoğan’dan önce hiç kazanamayan takım onun spor yatırımları ve vizyonuyla başardı.’ ‘Onlara sultanlık veren Erdoğan’ övgüleriyle görmezden gelemedikleri başarıya sahip aradılar.

Sultan kelimesi müslüman, sünni hükümdar anlamına geliyor. Padişahların erkek ve kız çocukları ile anne ve eşlerinden bahsederken de kullanılıyor. Bu şekliyle kullanılışı ayrıcalık ve saygı içerse de aslında bir tür sahiplik içeriyor. Bayanlar ligi, bayan voleybol takımı demekle ve sporcuları cinsiyetleri üzerinden “filenin sultanları” söylemiyle sıfatlandırmak cinsiyetçiliktir. Büyük bir şampiyonluğu cinsiyetçi kodlarla lekelemek, kadınların, takımımızın başarısını ikinci plana atacak, önemsizleştirecek tartışmalar fırsatçılıktır. En çarpıcı çıkışlardan biri ilahiyatçı İhsan Şenocak’tan geldi. Talibanla görüş birliği açıklayan, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışa katkı veren bu zat “İslamın kızı! Sen oyun alanlarının değil, imanın, iffetin, ahlakın, hayanın, edebin sutanısın; sen ‘burnunu göstermekten utanan’ anaların evladısın. Ekranlara ve sakallı ağabeylerinin popüler kültürün kurbanlarına ‘sultan’ demesine aldanmayasın!” paylaşımıyla Boynukalın’ın da aralarında bulunduğu kişilerce alkışlandı. Yandaş medya paçavrasının hedefinde yine Ebrar Karakurt vardı. Adıyla köşemi kirletmeyeceğim gazete, hiç üzerine vazife olmadığı halde pırıl pırıl bir kadın sporcunun kimseyi ilgilendirmeyen tercihleriyle hedef alınışını körükledi. “Sapkın yaşamıyla milli utancımız” ithamı; ülkemize, Cumhuriyetimizin yetiştirdiği gençlerimize, en çok da kadınlarımıza duyduğumuz hayranlığı daha da yükseltir ancak.

Güneş balçıkla sıvanmaz. Kadınları ortaçağ aklıyla yaşamdan kopartmak isteyenlere verilen en güzel cevabı Eda Erdem tüm bu tartışmalardan bağımsız ve en yalın haliyle; ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün emaneti, Cumhuriyetimizin 100. yılında bu şampiyonluğu; zorluklar karşısında dimdik duran, güçlü ve azimli Türk kadınlarına armağan ederek’ vermiş. İstanbul Sözleşmesinden çıkışa, LGBTİ düşmanlığına, kız çocuklara ayrı okul isteyenlere, şiddeti kutsayanlara, çocuk evliliklerini savunanlara, kadına kıyafet seçenlere inat kadınlar zirvede! Unutulmasın ki İstanbul Sözleşmesi gibi LGBTİ hakları da evrensel insan hakları arasında çağdaş demokrasilerce benimsenmiş ve koruma altındadır. Avrupa Birliği’ne giriş için zirve görüşmelerinde kapı kapı dolaşanlar bu hakları ihlal ederek en samimi olduğunu düşündükleri ülkelerden  bile olur alamazlar.

Ebrar Karakurt cinsiyetçilere hem de Sivas Katliamı’nın ardından aydınları ateşe verenlere ve gericiliğe yönelik tepkiyi “müslümanların icabına bakma gayretkeşliği” olarak nitelendiren ve “İslami dönüşümün Türkiye için ideal toplum tasarımı olmaktan ziyade bir zaruret haline geldiğini” vurgulayan yobazın şiirini bağnazlığa esir etmeden şiirin hak ettiği değeri de vererek harika bir yanıt vermiş: “Boynumda bana yargı yükleyenlerin utançlarından yapılma mücevherler yani altın madalya.”

İşte gericiyle çağdaş arasındaki fark budur. Kendisi hedefteyken bile ayrımcılıktan, ötekileştirmeden, nefretten uzak, bağnazlıkla şairin şiirini ayrı tutabilecek muhakeme ve birikim. Şiirle, sanatla, sporla evrenselleşen bilinç. Ebrar Karakurt, kindarlıktan uzak tertemiz, adil ve cesur bir genç kız! Sizi seviyoruz ve sizinleyiz.