İnsan ırkını kurtarıyorum” diye haykırdı biri. İş makineleri hazırdı. “İnsanların elektriğe ihtiyacı var” diye yükseltti sesini. İşaretini verdi. İş makineleri çalışmaya başladı aralıksız. Tam 6 bin zeytin ağacı kesildi. 6 bin zeytin ağacı. Aralarında meyve çağında olanlar da vardı. Bir ileri bir geri ağaçları buduyordu makineler. Sabaha kadar sürdü kıyım. Halbuki günlerdir zeytin ağaçları için mücadele eden insanlar vardı.

Öfkesi büyüktü kalan zeytin ağaçlarının. Sonra uzaktan cinayetten yorgun iş makinelerinin arasından bir insan belirdi. Ağaçlar yaşasın diye mücadele edenlerdendi. Zeytini ekmeğine katık edenlerdendi. Zeytin ağaçları öfkeyle insanın etrafını sardı. “Bırakın onu” diye bağırdı zeytin ağaçlarının lideri. İnsan yavaşça yaklaşarak “burada güvende değilsiniz” dedi. “Başka insanlar geliyor. Buradan hemen gitmelisiniz. Eğer gitmezseniz topyekûn savaş olacak. Yeni bir yasa çıkartıyorlar sizin katliniz için.” “Savaş çoktan başladı” dedi zeytin ağacı “Senin gitmen gerek savaş başlamadan önce. Çok üzgünüm benim dostum.” İnsan zeytin ağacına dolu gözlerle baktı ve titreyen bir sesle “beraber yaşarız sanmıştım” dedi. Zeytin ağacı “ben de öyle” diye cevap verdi. Ağaçla birbirlerine sarıldılar.

Bu replikleri bir filmden uyarladım. Maymunlar Cehennemi’nin son filminden. İlk bölümü 1968 yılında çekilmeye başlayan filmin, yeni serisinin yanılmıyorsam ikinci filmi bu. İnsanlar bir salgın nedeniyle yok olma tehdidi altındadır. Ve aynı zamanda birbirleri ile de savaşmaktadır. Kentte elektrik yoktur. Kentin yakınında arızalı bir termik santral vardır. Bir grup gönüllü arızayı onarmak için santrala doğru yola çıkar. Maymunlarla karşılaşırlar. Maymunlar kendilerine göre görece gelişmiş bir yerleşim alanı inşa etmişlerdir. Maymunların lideri Sezar insanlar tarafından büyütülmüştür. Konuşabilmektedir. Barışçıldır ve savaş istememektedir. Ama insanlarla maymunların savaşı kaçınılmazdır. Çünkü maymunlar da insanlara benzemektedir.

Filmin ana sloganlarından biri “Maymun maymunu asla öldürmez”dir. Filmde bu sloganla aslında toplumun kendiliğinden ideal olana doğru gittiğini söyleyen Sosyal Darwinizm eleştirilmektedir. Sosyal Darwinizm, Darwin’in doğa ile ilgili tarihsel yaklaşımını ve evrim fikrini “toplumsal evrim” fikrine taşımış ve onun eleştirel itkisini imha etmiştir. Evrim fikrini, karanlığın hizmetine sunmuştur. “Toplumsal evrim fikri aslında insan tarihinin kör, amprik akışını yüceltmektedir. Bu fikir rekabetçi kapitalizmin aslında gerçek insanın ‘doğa’sını ifade ettiğini, empeyalist rekabetlerin zorunlu hayatta kalma mücadelelerinin sağlıklı bir sonucu olduğunu, ve egemen ‘ırklar’ın meşruluğunun ‘doğal’ egemenler olmalarından kaynaklandığını iddia ederek sosyal statükoya ideolojik destek sağlıyordu. Bu sahte-bilimsel söylemde toplumsal eşitsizlik iddiası mantıksal bir olanaksızlık haline geliyordu.” (bkz. Görmenin Diyalektiği-Susan Buck-Morss)

Günümüzde toplum her türlü ilerleme fikrini yücelten ve insana, doğaya, canlıya düşman ideolojilerin etkisi ile bilinçsiz bir belirsizliğe sürükleniyor.

Walter Benjamin, “yaklaşan ama henüz görülmeyen tehlikenin karşısında hayvanların o bilinmez güdüleri bir kaçış yolu keşfedebilirken, her bireyin kendi sefil refahıyla meşgul olduğu bu toplum hayvani bir duyarsızlıkla, ama hayvanların duygu ötesi sezgilerinden de yoksun halde, en ayan beyan tehlikeler karşısında bile kör bir kitle halinde yeniliyor” diyordu.

Ve biz bize medeniyet diye sunulan duyarsızlığın kuşatması altındayız. Sosyal Darwinzm’i kendine rehber edinenler, korularımıza, kentlerimize, zeytin ağaçlarımıza, sularımıza geri dönüşü olmayacak bir saldırıyı yönetiyorlar.

Bizse ağaçlara sarılıyoruz.

Siz kara gömleklilerin yolundan gidin, biz “yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yani ağır bastığından” diyen Nâzım Hikmet’in yolundayız…