Beyoğlu’nun En Güzel Abisi kitabında yazar Ahmet Ümit, polisiye kurgunun içerisine Beyoğlu’ndaki değişimi dönüşümü ve bu dönüşümün yarattığı saygı aşımını, ayrımcılığı, rant uğruna çeteleşmeyi ustalıkla sığdırır. Mekâna saldırı, piyasalaşma ve buna bağlı olarak artan bellek yitimi bir süredir edebiyatımızın konusu. Mekân-insan, kent-insan ilişkilerinin Hakan Bıçakçı, Melisa Kesmez gibi genç romancı ve öykücülerin ilgi alanına girdiğini […]

Beyoğlu’nun En Güzel Abisi kitabında yazar Ahmet Ümit, polisiye kurgunun içerisine Beyoğlu’ndaki değişimi dönüşümü ve bu dönüşümün yarattığı saygı aşımını, ayrımcılığı, rant uğruna çeteleşmeyi ustalıkla sığdırır. Mekâna saldırı, piyasalaşma ve buna bağlı olarak artan bellek yitimi bir süredir edebiyatımızın konusu. Mekân-insan, kent-insan ilişkilerinin Hakan Bıçakçı, Melisa Kesmez gibi genç romancı ve öykücülerin ilgi alanına girdiğini görüyoruz.

Neyse ki siyasetin de ilgi alanına girdi! İktidar, bir yanıyla rant ilişkileri ile diğer yanıyla yeni bir kültürel hegemonya ve görüntü kaygısıyla yaşam alanlarına saldırmaya devam ediyor. Bunun en berraklaştığı yer de İstanbul, Beyoğlu. 2011’den bu yana gerici ve piyasacı saldırının en önemli hedefi olan Beyoğlu aynı zamanda mücadelenin de merkezi oldu. Bu mücadele 2013 baharında tüm Türkiye’ye hatta dünyaya yayılan bir direnişin de sembolü oldu.

Beyoğlu sadece İstiklal değil, yani kültür ve yaşam mücadelesi değil. Beyoğlu aynı zamanda Okmeydanı, Tarlabaşı, Kasımpaşa yani etnik, dinsel bölünmelerle birbirine düşman edilmiş emekçi semtlerinin olduğu bir ilçe. Kimilerinin kayırıldığını kimilerinin dışlandığını hissettiği, değişimin ise damarlarda hissedildiği yerler buralar.

Bir devrimcinin, üstelik yaşamı ve davranışlarıyla da bu devrimciliği gösteren ve yayan bir kişinin Beyoğlu’nda ana muhalefet partisinin listesinden ittifakla belediye başkan adayı olması toplumda büyük bir heyecan yarattı. Neredeyse “bitti” denilen bir seçim süreci, “ben de Beyoğlu’nda çalışmak istiyorum” mesajlarıyla coşkuya dönüştü. Herkes işin ne kadar zor olduğunun farkında fakat emekten, eşitlikten, laiklikten yana bir siyasetin Beyoğlu gibi sembol bir ilçede AKP ile başa baş bir seçim çalışması yürütecek olması aslında heyecanın da kendisi oldu.

Umutsuzluk ve küskünlük anlaşılabilir bir duygu… Geriletilmeyen bir örgütlü kötülük ve bunun karşısında kendi cebini ya da tekkesini düşünen dağınık bir muhalefet var. Görüp çaresizliğe düşmek de denebilir buna. Oysa biz küsmüş ve çaresiz otururken kaybettiklerimizi geri almak kolay olmayacak. Son zamanlarda umutsuz kitleler, bir şeyler kötüleştikçe ya da kaybedildikçe, “beter olsun, dibe vuralım, belki vurur da zıplarız” görüşünü dile getiriyor. Oysa kuyunun dibinde balçık var ve zıplamak zor. Her şey çok kötü olsun da baştan kuralım yaklaşımı, “devrimci” bir tutumdan ziyade felaketi izlemekle yetinip metafizik bir kıyamet sonrası cennet senaryosu beklemeye benziyor.

Artık söz yetmiyor. Meclis’ten ya da sosyal medyadaki “dost meclisinden” en sert, “rezilsiniz, kötüsünüz, hırsızsınız, şusunuz busunuz” söylemini bile üretseniz “fava atılmak” dışında bir anlamı yok. Belki sizin imajınızı muhalif yüzde 50 için “ne cesur kişi” sıfatına sokuyor fakat bu size yetiyor mu? Yetiyorsa böyle devam…

Oysa işin özü şu: Mevcut mevzileri korumak için çabalarken, gelecekte kurmak istediklerimize dair de örnekler yaratmak. İlki refleks olarak dahi yapabileceğimiz bir şey iken ikincisinin üretilip inşa edilmesi gerekiyor. Anlam dünyamızda yeri olacak örnekler yaratmak, o örneklerin yayılması için mücadele etmeyi de kolaylaştırır. İnsanlar “iyi de nasıl olacak” dediğinde en kestirme yol, onlara somut örnek göstermektir. Bu örnek pratiklere sıradan insanların katılımının önü açılmak zorunda…

İktidarın yönettiği gibi bir ülke istemiyoruz, bu açık. Peki “biz” nasıl yönetmek istiyoruz. Ezilenlerin, dışlananların kendini ait hissettiği bir yaşam alanını halkla beraber kurabilir miyiz sorusuna yanıt aramak zorundayız. Gerekirse muhtarlıklardan başlayarak bunu yapmalıyız. Şu an için en görünür yer ise Beyoğlu madem, nasıl bir dünya istediğimizin nüvelerini göstermek gerek. Alper Taş’ın temsil ettiği gelenek bunu başarabilecek deneyime, etkiye sahip ve “45 mahallede kuracağımız mahalle meclisleri ile birlikte yöneteceğiz” açıklaması başka bir siyaset anlayışının da göstergesi.

Yerel seçimin başından beri “aday önemli, aday önemli” dediler. Fikre, toplumsal güce değil isme, görüntüye takılan, bireycilik döneminde yaşıyoruz ne de olsa… Bizler, bu gazetede yazanlar yani, “aday önemli olabilir ama asıl nasıl bir kent, nasıl bir mahalle istediğimiz daha önemli” dedik durduk. Aynı şeyi Beyoğlu için de söyledik, söylüyoruz. Ama madem aday da önemli dediniz, o zaman “haydi buyurun” dedik. Beyoğlu halkı için ve oradan yükselecek bir umut dalgası için en güzel abimizi seçtik.