Geçen hafta Alper Gezeravcı, SpaceX şirketinin uzay aracıyla, 14 gün kalacağı ve çeşitli bilimsel deneyler yapacağı, Uluslararası Uzay İstasyonu’na ulaştı. Gezeravcı, uzaya çıkan ilk “Türk" oldu.

“Ne güzel, Türkiye de uzay araştırmalarının bir ucunu somut olarak yakalamasını sağlayabilecek önemli bir adım attı. Emeği geçen herkese teşekkür ederiz”, diyemedi kimse! Öyle bir vaveyla koptu ki, projenin doğru mu yanlış mı olduğunu, yararlı olup olmayacağını tartışma olanağı bile olmuyor. Bu tartışmayı yapmaya çalışan bir avuç insan ise sesini duyuramıyor.

Tek başına bu “olay” bile, Türkiye’nin hızla akıldan koptuğunu gösteriyor. Aynı zamanda bir “toplum olma duygusunun” kalmadığını da kanıtlıyor. Tasada ve kıvançta ortak değiliz artık. Geçen hafta yazmaya çalıştığım da bu haldi. Herkesin herkesi düşman bellediği bir “kalabalık” oldu Türkiye.

RTE iktidarı, avaneleri ve medyası bu başarıyı 5 yıl önce kurulan Türkiye Uzay Ajansı’nın başarısı olarak gösterme derdinde. Muhalefet de sanki gerçekten böyle olmuş gibi, uzay yolcuğunu değersizleştirme yarışında. Yok uzay turisti, yok parayla seyahat, o paraya neler yapılırdı, yok Hindistan o paranın iki katına aya uzay aracı indirdi laflarının bini bir para.

Daha da trajik olan bir durum daha oldu. Gezeravcı, uzayda “konuşana” kadar onu “göklere çıkaran” taraftarları, konuştuktan sonra düşman oldu; düşmanları ise taraftar! Atatürk’ün sözünü söyleyip, yolculuğunu ona adayınca saflar anında değişti. Konuşmadan önce “Fetullahçı” kumpas davasının mağduru olduğunu söyleyenler, konuştuktan sonra kumpas dedikleri davadaki iddialara gerçek muamelesi yapar oldular.

Uzaya çıkan Türk mü, Türkiye’li mi? O Türk ama karşılayan kaptan hem kadın hem Kürt! Hayır, Kürt değil, kendisinin İran’lı Persim diye beyanı var!  Hayır, ailesi Maharabad’lıymış, Maharabad Kürt ilidir, o İran Kürdü tartışmalarını ne yapacağız peki?

On binlerce ölüme neden olan etnik kimlik sorunu, özgürlük, demokrasi sorunu/mücadelesinin geldiği aşama bu mu olacaktı yani?

Evet, Hindistan, geçtiğimiz Ağustos ayında sadece iki katı bütçeyle aya araç indirdi, doğru. Ama Hindistan’ın uzay çalışmalarının geçmişi 70 yıl. Uzaya çıkan ilk Hintli 1957 yılında çıkmış. Üstelik Hindistan üretimi değil, bir Sovyet uzay aracıyla. Bunu da hiç dert etmemişler. Türkiye’nin 2023 uzay yolculuğunun gerisinde de 1973 yılında kurulan Türk Uçak Sanayi Anonim Şirketi (TUSAŞ) var. 1939 yılında kurulan Kayseri Uçak Fabrikası, 1942 yılında kurulan Etimesgut Uçak Fabrikası da TUSAŞ’ın öncülleri. TUSAŞ, ABD’nin insanlı ay seyahatinden sadece 5 yıl sonra kurulmuş. TUSAŞ’ı 1984 yılında kurulan Türk Havacılık ve Uzay Sanayi (TAI) izlemiş. Aselsan’ı, Roketsan’ı, üniversitelerin seksenlerde kurulan havacılık ve uzay mühendisliği bölümleri, doksanlarda başlayan ve her defasında daha teknolojik modellerin gönderildiği uydu programları ile koskoca TÜBİTAK ile Gezeravcı’nın arkasında on yılların birikimi var.

Peki, Gezeravcı’nın yapacağı bilimsel deneyler? Yazık değil mi o bilimcilere! Bu ülkede bilim nasıl ilerleyip, gelişecek? Neden o bilimciler anasından sosyaline kadar medyada yapıp ettiklerini anlatamıyorlar? Peki, Gezeravcı’nın ve yedeği T. Cihangir Atasever’in, ikisinin seçilme sürecini denetleyen, onları eğiten bilimcilerin emeklerine yazık değil mi?

Önce kendi “çipimizi” yapalım sonra yazılım alanına girelim demek ne kadar saçmaysa önce kendi uzay aracımızı yapalım sonra uzaya gidelim demek de o kadar saçma. Bilimsel ve teknolojik gelişimde geride kalan ülkeler, “bilimsel” ve “akıllı” stratejilerle öncülerin birikiminden yararlanarak, çok daha hızlı adımlarla önlerindeki ülkeleri yakalayabilirler.

Bir yanda kendinden öncesini “karanlık çağ” olarak tanımlayıp, bir yaptığını yüzmüş gibi pazarlayan, her şeyin başlatıcısı olma kibrinden kurum kurum kurulan iktidar ve yancıları, öte yanda onlar yapıyorsa kesin altında bir bit yeniği vardır, kesin sahtedir diye önyargı ile gerçeği birbirine karıştıran muhalefet. Sokaktaki sıradan insandan söz etmiyorum, siyasal alan, iktidarından muhalefetine paçalarından vasıfsızlık akan bir “çetenin” işgali altında. Sadece iktidar değil, muhalefet de çete tipi örgütlenmiş durumda.

Herkesin herkesi düşman bellediği ve herkesin “gerçeği, doğruyu” kendi çıkarına istismar edip, çarpıttığı bir toplum bir arada yaşayamaz. Akıldan savrulan ve fanteziye tutunan toplumlar er geç “gerçeğin katı duvarına” toslarlar.

Evet, içinde debelendiğimiz bu açmazın başlatıcısı, sorumlusu siyasal İslamcılar olabilir, doğrudur da. Ama onların başlattığına elinde tuzla koşan muhalefet de onlardan farklı değil.

Birbirlerini düşman zannedenlerin birbirlerinin tıpkısının aynıları olduklarını görmek ne hazin bir hal…