İnsanoğlu akıp giden zaman içinde yıl dönümü, yaş dönümü gibi vesilelerle hayatını anlamlandırmaya ihtiyaç duyar. Belki de bir nevi döküm, yüzleşme ve farkında olma ihtiyacıdır bu. En dikkat çekense umuda duyulan ihtiyaç. Yeni yıldan yenilikler ve eksikliği hissedilenleri getirmesi beklenir. Umut fakirin ekmeği derler ya eskiler. Umut varsa ihtimal de olacaktır. Belki bir araştırma yapsak ve benim yazılarımda en çok kullandığım sözcüğü sorgulasak sanırım o sözcük ‘umut’ olacaktır. Çünkü bana göre umut sığınılacak veya tutunulacak bir romantik unsur olmaktan çok gerçekleşmesini istediğimiz şeyleri olası kılmak için inancımızı güçlendiren ve diri tutan bir paylaşım, bir örgütlenme biçimi. İnanç ve umut yoksa devrim de olmaz değil mi? Nice devrimler hayalini kuranların inanıp tutkuyla bağlandığı mücadele sürecinde akıl ve duygunun uyumlu dansıyla gerçekleşmiştir. Umudu yitirmemek için kuvvetli bir kaynak ve emsâl olarak önümüzdeler. Bu hafızaya sahip olabilmek ve umut etmeyi sürdürebilmek için ihtiyacımız olan kaynak aslında bugünümüzü karartan eksikle eş. Bilgi, bellek ve donanım.

∗∗

İşte onca yıkımı ve zorluklarıyla 2023’le vedalaşırken karanlığa karşı umudun gündeme oturmasının nedeni. Toplumu bir arada tutan en güçlü unsur sanat olsun dilerdim ancak öyle değil elbette. Tüm dünyanın en güçlü toplumsal birlikteliklerinden biri spor, hatta çekinmeden söyleyelim; futbol. Sporun, yarışmanın, galibiyetin getirdiği adrenalin ve aidiyet duygusu çoktandır o yalın ve masum heyecanın ötesine geçen, birbirinden çok farklı etkileşime vesile oluyor. Futbol yaşamın her alanında olduğu gibi kapitalizmin elinde güçlü bir pazarlama aracı. Sektörler yaratıyor, toplumu biçimlendiriyor, etkiliyor. Siyasete değiyor. Anlaşılamaz biçimde (ya da pekâlâ anlaşılır şekilde) ülkemizin iki öncü futbol takımının en önemli müsabakası, olağan taraftarından kilometrelerce uzakta, siyasî ve maddî ilişkiler nedeniyle ve müstakbel yatırımların şehvetiyle Suudi Arabistan’da oynanacak oldu. Sonra bu girift ilişki ağı içinde müsabakanın kendisinden çok iki ülkenin inanç ve değerler üzerinden kurgulamayı, daha doğrusu geliştirmeyi umduğu işbirliği tam da bu değerler ve güçler çatışmasını sahneye taşıdı. Gerileyen Türkiye ile modernleşme gayretindeki Suudi rejimi uzlaşı bulamadı. Ne Türkiye istendiği kadar geriledi ne Suudi istendiği kadar modernleşebildi. Ortak müşterek çağdaşın karşıtı olunca Cumhuriyet Türkiye’sinin yerleşmiş seküler mayası direndi ve işler ironik tanımla Arapsaçına döndü. Öyle olunca hemen ‘olağan’ hedef göstermeler devreye girdi. Güçlenen iktidarı hedef alan ‘hainler’ ilan edildi. Toplumun kutuplaştırılmış ‘taraftarları’ için çatışma ortamı yaratıldı. Yıl böyle kapandı ve bu mağlubiyetin acısı hızla meydanlarda hilafet çağrılarına, Filistin dayanışması adı altında iç toplumsal yarılmanın taraflarınca had bildirme ve gövde gösterisine dönüştürüldü. Yine olağan haliyle sokakta kılıçla kadın kesenler toplumun değerleri gerekçe gösterilerek sıklıkla serbest bırakılırken bir taşkın yumruğun sahibi ‘öteki taraf’ mensubu genç oracıkta tutuklandı, yetmedi tutuklanışı kamuoyuna ilan edildi, hedef gösterildi. Adalet Bakanı, maçın ardından bazı sosyal medya kullanıcılarına yönelik soruşturma başlatıldığını açıkladı. Elbette soruşturma Anıtkabir’i yıkma ve hilafet çağrısı yapan hesaplar için değildi.

Bu olağan akış içinde benim daha çok ilgimi çeken ülkemizin sıkılmış, daralmış, yorulmuş dinamiğinde yeni yıla girerken direnişin, dayanışmanın yarattığı umut ve kabul oldu. Uzunca süredir ülkemizin üzerine çöken atalet ve ‘kurtarıcı bekleme’ halini bir daha sorguladım. Beklemek yerine önce kavramak ve itirazın farklı dozlarda parçası olmak için insanın kendi içine açacağı pencerelere ihtiyacı olduğuna çoktandır işaret ediyorum. Tek tek bardağı taşıran damlalara odaklı serzenişler, dışa vurumlar yerine olayları daha bütüncül değerlendirmeyi sağlayacak düşünsel dönüşüme fırsat yaratmak çözüm sunabilir. Kendini dinlemek, yaşam içinde kendi yerini anlamak, kendi gerçeğinden açılan ve etrafı kapsayan bir görüşe ulaşmak. Bizi kuşatması ve aşağı çekmesi istenen popüler kültürden bir adım geri atarak yaşamın bize sunduklarına daha çok zaman ayırmakla iyileşmekten, iyilikleri görmekten bahsediyorum. Doğayla buluşmaktan. Gözümüzü doğal olana, estetiğe alıştırmaktan. Buna izin verdikçe çirkin göze batar. Sanata yer açmaktan söz ediyorum. Bu başlı başına bir yolculuktur.

∗∗

Size tekrar tekrar yaşadıklarımızdan seçilmiş gerçek bir yılbaşı öyküsü anlattım. Sürreel bir yılbaşı öyküsüne davet ediyorum. Bu yıl ben öyle yaptım. Gündemim ister istemez ne kadar beni aşağı çeken olumsuz gelişmeyle dolu olsa da değiştirmek için mücadelenin parçası olmaktan vaz geçmeyeceğim ama bana direnme gücü veren ve ihmâl ettiğim okumalara, tiyatroya, konserlere de yani mutluluğuma da daha fazla yer açacağım dedim ve öyle başladım yıla. 1 Ocak sabahı camın önüne iki saksı siklamen ve çok sevdiğim kıpkırmzı yapraklı Atatürk çiçeğini yerleştirdim. Tarladan gelen bergamot kabuklarıyla demlediğim çayımı en az kullandığım ve en çok sevdiğim fincana koyup bir çırpıda okunuveren Vladimir Dudintsev’in Bir Yılbaşı Öyküsü kitabının sayfalarına karıştım. Bir iki saatlik bir okumayla siz de bu kitapta kendinizi, sorguladıklarınızı bulabilirsiniz. Düşünüp durduklarınızı bir başkasının yaratısında hiç düşünmediğiniz bir yanıyla kendi yanıtlarınıza katabilirsiniz. Dudintsev, kentin üzerinde uçan 900 yaşında bir baykuş ile kurduğu iletişim sonunda yalnız bir kez yaşanabilen yılları ipe dizmek yerine bir yıla yaşamın kendisini sığdırmayı seçen kahramanlar etrafında fantastik bir kurguyla ulaşacak size.

“Eşya ancak insan ruhuna kattıklarıyla değer kazanabilir; insan ruhunun güzellikleri ise ne satın alınabilir ne de çalınabilir. Zorlama ile hiç kimseye kendini sevdiremezsin. Ruhun bütün güzelliği özgür olmasındadır. Değeri orada aramak gerekir. Altın ya da kadife de değil. Ruhlarını canlı tutabilmiş birçok prensesin Sindrella gibi giyinmiş olması bir rastlantı değildir. Değerli takı ve kürklerle kendini süslemiş bir insanla karşılaşırsak, üstündeki giysilerin pahasından kuşkuya düşmeyiz ama ruh sefaletini böyle apaçık ortaya koymaktan çekinmeyen bir canavarla birarada bulunmaktan kaçınırız.”

“İnsanların gereksinim duyduğu bir şeyi onlara vermeden dünyadan ayrılmaktan daha korkunç bir şey yoktur.”

*Bir bilgi: AKP iktidarının başından bugüne çeşitli kırılma noktalarıyla çoğalan gerici adımları, yerleşen baskıları ve toplumsal dönüşümü bütüncül bir bakışla değerlendirmek üzere yüzlerce haber, kayıt ve tutanak üzerinden olabildiğince derleyerek hazırladığım kitabım; ilk basıldığı 2018 yılından bugüne geçen süreyi de içeren bir güncellemeyle İkinci Yüzyılın Eşiğinde, İçi Boşaltılan Cumhuriyet ve Laiklik Tekin Yayınevi tarafından ikinci baskısıyla çok yakında sunulacak.