Yaşamın yükünü hissetmediğimiz gün yok gibi. Kendimiz açısından mutlu geçen bir günün bir anında ansızın bir kötü haber mutlaka önünüze düşüyor. Metin Uca’nın ölüm haberi gibi. Ölümün bu kadar genç yaşta naif, sevecen bir ruhu ele geçirdiğine yanmak ve üzülmekle yetinemeyeceğiniz duygularla baş etmek zorunda kalıyorsunuz. Henüz yoğun bakımda yaşam mücadelesi veren birinin ölümü için tam tamlar çalan vahşilerin hezeyanları beyninizi ve benliğinizi ele geçirmesin diye savaşıyorsunuz. Metin Uca’yı şahsen tanımak da gerekmiyor bunun için. Tanıyorsanız eğer daha da incitici olan bir hınç kuşatıyor her köşeyi.

“Uzaktadır her şey, hep… yalnız ölüm,

Her yerde, her an yakınımız, ölüm.”*

Birinin ölümüne sevinmek, yaşam savaşı verirken ölsün diye lanetler düzmek anlaşılmaz. Elinde olsa kendi öldürecekmiş de fırsatı kaçırdığına üzülmüş gibi kuşattılar, ölümün ağırlığından daha ağır oldular. Metin’in haberi Antalya’da geldi. Olanca yüküyle yaşam akarken iki gün boyunca Muratpaşa Belediyesi’nce bu yıl 8’incisi düzenlenen Antalya Edebiyat Günleri’nde şiir okumaları, söyleşilerle arındığımız, zihnimizi edebiyata bıraktığımız dingin anlardan birine düştü. Edebiyat yaşamı da ölümü de sıradanlıktan kurtarır. Ustaların kendi sözleri yanında yaşadığımız çağı ve geleceği edebiyat eşliğinde anlamlandırmak açısından akademisyenlerin ve edebiyatçıların sözcüklerinden damıttıklarımızla yaşama bakmak bizi koruyor. Bugünümüzü ve yarınımızı da. Gün sonunda sahnede sevgili Vedat Sakman şarkılarıyla avunarak iyileşmeye çalışmak kalıyor geriye.

Sakman bir söyleşide “70’li yılların şanslı çocuklarıydık biz. O dönemler bir felsefe üzerine oturan bir dünya vardı ve bizim ustalarımız bize ne yapmamız gerektiğini ayrıca özellikle ne yapmamamız gerektiğini de öğrettiler. Sokaklardaki olaylara duyarlı olmamızı öğrettiler, biz böyle yetiştirildik. Halen de doğrusunun bu olduğunu anlatmaya çalışıyoruz yeni nesillere. Doğrusu gerçekten budur. Akıl, mantık, felsefe ve eğitim hepsi bunun içindedir, böyle olmak gerekiyor. Yattığınızda rahat hissetmek için sokaklarda rahatsızlığın olmaması gerekiyor” demişti. Böyle arı duru insanlara kulak vermeyen bir topluma nasıl dönüştüğümüzü yeniden düşündürdü bana sözleri. Ustaları bir bir yitirdiğimizden mi? Oysa bizim bozlaklarımız, deyişlerimiz, türkülerimizle büyüyen çocuklar kötülük bilemezler değil mi? Sakman ustanın şarkılarıyla tanışan çocuklar edebiyatla, felsefeyle de tanışırlar. Okumaz, yazmaz karanlık ruhlar yaşamı kemiriyor artık.

Edebiyat Günleri bu yıl Ferruh Tunç yönlendiriciliğinde “100. Yılda Modernleşme ve Çağdaşlaşma Açısından Edebiyatımız” temasıyla meşguldü. İbrahim Karaoğlu küratörlüğünde Necati Abacı’nın “Sanat İnsanları” sergisi açılışında Eren Aysan’la Abacı’nın karikatürize çizgilerinde, minimalist tasarısında, kimini çocukluğumuzun amcaları, teyzeleri olarak, kimini sadece okuru olarak tanıdığımız sanat insanlarından kimleri etiketleri okumadan Abacı’nın yakaladığı gizli ve muzip ipuçlarından tanıyacağımızı denerken çocuklar gibi şendik. Sergiyi izlemenizi öneririm. Erendiz Atasü ve Ali Cengizkan onur ödülü alırken Şenay Eroğlu Aksoy en iyi öykü ödülü, Okşan Mağara ve Aslıhan Duman ise en iyi ilk öykü kitabı ödülü aldılar. Her yıl bir temayla çok sayıda edebiyatçıyı Antalyalılarla buluşturan Edebiyat Günleri özellikle 100. Yılda bizi kuşatan yozlaşmaya karşı yağmurlarla yükselen bir akarsu gibi ferahlatıcı. Genç yazarlarla tanışmak, yeni kuşak öykücülüğü teşvik etmek adına verilen ödüller bir o kadar değerli. Nice 8 yıllara ulaşması dileğim.

Hemen ardından Efes Selçuk’ta Herakleitos Felsefe Günleri’ne katıldım. Bu kez Anadolu’da Felsefenin Dünü ve Bugünü arasında gezindik. Günümüz sorunlarını kavramak açısından Felsefenin Dününden Seçmeler ışığında Günümüz Türkiye’sinde Etik, Toplum ve Siyaset Felsefesine kulak verdik. İoanna Kuçuradi’nin özgürlük kavramını irdelediği açılış konuşması ve sonrasında felsefecilerin aktarımlarında bilimin yönlendiriciliğinde yapılan tartışmaları günümüz pratiği açısından eleştirilerime ve eylemlerime yön verici olmasını umduğum bir dikkatle dinledim. “Düşünce özgürlüğü adına her şeye izin verilemez” vurgusunu bugün bize yaşatılanların kurgusuna türlü ölçüde etki eden, katkı sunan liberal savlara öz bir yanıt gibi not ettim.

Kuçuradi, 17 Kasım Dünya Felsefe Günü mesajında; “İkinci Dünya Savaşından sonra savaş yorgunu devletler, “gelecek kuşakları savaş musibetinden kurtarmak için”, “adaletin ve antlaşmalardan ve uluslararası hukukun diğer kaynaklarından kaynaklanan yükümlülüklerle saygının korunacağı koşulları oluşturmak için…, sosyal ilerlemeyi ve daha geniş özgürlük içinde daha iyi standartlar teşvik etmek için, …, çabalarını birleştirmeye karar verdikleri”ni unutmuşa benziyor. Dünyamızın iki ayrı yerinde savaş pervasızca devam ediyor. Bu durum karşısında, bu yıl Dünya Felsefe Gününü kutlarken bu amaçları hatırlatmak ve “insan insanın kurdu” olmasın diye eğitimde ve bu arada felsefe eğitiminde neler yapmak gerektiğini, ısrarla, tekrar tekrar gündeme getirmek gerekli görünüyor. Buna var mısınız?” diyor.

Edebiyat ve felsefeyle geçen dört gün zihnimde faydalı sorular ve kimine kendimce yanıtlar bıraktı. Kötülüğün panzehiri, kötülüğü belli bir bilinçle kavrayabilecek bir düşünce dinamiğinde saklı. Düşünme, soru sorma ve değerlendirme, kıyaslama pratiği kişiyi kendi sınırlı ve öğretilmiş doğrularıyla yorumladığı deneyiminden daha geniş bir ufka taşıyacak olan bilgiyle oluşabilir. Okudukça, bildikçe dönüşecek olan hazırdan bizi çıkarmaya vesile olan edebiyat ve felsefe etkinlikleri bu nedenle çok önemli. Bu nedenle kentlerinde bu rüzgârı estiren Antalya Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal’a ve Efes Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel’e özel teşekkür etmek gerekli. Özellike de çocukların, ortaokul ve lise öğrencilerinin katılımını görünce…

Dil kendini ifade etmede ve yaşamı kavrayışta geçmişten bugüne akan bir derinlik sunar. Derinleştikçe lezzetlenir, güçlenir. Felsefenin şüphesiz dil ile bağı kuvvetli, edebiyata ve sanata ilhamı da öyle. Sanat fikirler kadar duygulara da erişerek insanlığı güçlendiriyor. Cumhuriyet aydınlanmasının ardından modernleşme ve kültürel gelişimi konuştuğumuz haftanın son durağı CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in eğilmiş opera sanatçısı Pervin Chakar’ın elini öperken çekilmiş fotoğrafıyla köpüren yeni bir nefret seli oldu. Popüler kültürle yalnızlaştırılan toplum nasıl iyileşecek? Nasıl özgürleşecek? Haklarını bilmeden kendisine izin verilen kadarıyla yaşarken başkasının acılarına duyarsız, hatta kendi gibi yaşamayana nefretiyle coşarak geleceğe ne bırakacak? Başkalarının çıkarlarını korumak için kendisine tanımlanan şekillendirilmiş hayatının esaretinde nasıl mutlu olacak?

Pervin Chakar Mardinli bir öğretmenin çocuğu olarak Diyarbakır’da doğmuş. Müzik hayatı Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi müzik bölümünden Gazi Üniversitesi’nde ve Peruggia Morlacchi Konservatuarından üstün dereceyle mezun olmasıyla sürmüş. 100 yıllık Cumhuriyetimiz türlü sebeple hedef alınan, engellenen, sekte vurulan aydınlanma süreci içinde yine türlü sebeple tamamlanamamış, eksik, hatalı ve gelişmesi gereken yönlerine rağmen bugün gericiliğe direnişini kuruluşun bilime, sanata ve kültüre verdiği öneme borçlu. Bu ülkeyi milliyetçi kodlarla ayrımcılığın esaretinde geriye götürenler ve onlara su taşıyanlar değişimden, gelişimden, çok kültürlülükten rahatsız. İstedikleri gibi düşünmekte özgürler elbette ama bir fotoğraftan nefret üreterek konuyu siyasi malzeme yapmak, taraftarına konuşmak özgürlük müdür, ne sonuç getirir? Mesele bunu kavramakta. Hele kibriti çakanın Atatürk üzerine kitap yazmasına rağmen onu hiç anlamamış olduğunu görünce karamsarlığa kapılamamak elde mi? O fotoğrafa bakınca memleketimizin en doğusundan en batısına aydınlığı, nezaketi, eşitliği, barışı ve iyiliği görüyorum ben. Cumhuriyetin yetiştirdiği iki saygın ve çağdaş yurttaş görüyoruz. Siyasal İslamcılar ve ‘Gardrop Atatükçüleri’ bunu göremez. Mardinli dünyaca ünlü soprano Pervin Chakar ile Manisa’da tıpkı kendisi gibi bir başka öğretmenin çocuğu olarak doğmuş, Bornova Anadolu Lisesi’nde parasız yatılı okuyan, Ege Üniversitesi’nden Eczacı olarak mezun olduktan sonra siyasi kariyerinde de başarılı olmuş ve Genel Başkanlığa kadar yükselmiş Özgür Özel’i yanyana gördüğümüz fotoğraf bizim özlediğimiz Cumhuriyetin ta kendisidir.

*Ahmet Muhip Dranas