Biz neyle uğraşıyoruz, siz nelerle
Okulları imam hatipleştiren, Diyanet'in kılıcını kafamızda sallayan, yurttaşına çadır satan, 12 maaş alıp sınıf başkanı çocuğunu kuruma sokan, tek adamın iki dudağından çıkmadıkça enkaz bile kaldıramayan, medyayı, güvenliği, yargıyı kuşatmış hastalıklı bir sultanlık rejimini oylayacağız.
Halkımızın canı burnunda… Deprem sonrası üç gün ortada gözükmeyen yetkililer, önce bağırıp çağırarak, sonra tehditle, en son da helalleşme çabalarıyla rezaletin üstünü örtmeye çalışıyor. Sokakta insanlar “hükümet istifa” diye bağırdıkça elinde sopa dışında bir şeyi kalmamış iktidar daha büyük bir öfkeyle saldırıyor. 20 yıllık ekonomik, kültürel, toplumsal yıkımın üzerine gelen bu felaket tüm toplumun psikolojisini de bozarken insanlar bir umut, bir ışık arıyor.
2 ay sonra gerçekleşmesi beklenen seçimler de işte böyle kritik bir evrede gerçekleşiyor. Tek adam rejiminin yol açtığı tüm rezaletler sonrası aslında rejim için bir “tamam devam” noktasına ilerlemiş olan seçim öncesi herkesin beklentisi tek bir adayın çıkartılması ve seçimin adeta bir referanduma dönmesiydi.
Bunun için nice sorumluluk çağrıları yapıldı. Sosyalistler, emek ve demokrasi güçleri; oy verilebilecekleri bir adayın çıkması durumunda 6’lı masanın adayı adına, kendileri aday göstermeyeceklerini defalarca belirttiler. Yine olmadı…
Çünkü sağ siyaset tarzı memleketin çıkarından çok kendi çıkarını öne koyan, ayrıştırıcı, maddi menfaat düşünen, kamplara dayanan bir politikadır. Toplumda egemen düşünce biçimi, sol siyasetin kodları olmadıkça bu rejimle hesaplaşmak da mümkün değildir.
Saray rejiminin yarattığı enkazın kaldırılabilmesi için çöken şeyin ne olduğunu, neyle mücadele ettiğimizi “iyi” anlamak gerekiyordu. Basit bir seçime gitmediğimiz, esasında bir siyasal rejimi oyladığımız bilinmeliydi. Okulları imam hatipleştiren, diyanetin kılıcını kafamızda sallayan, yurttaşına çadır satan, 12 maaş alıp sınıf başkanı çocuğunu kuruma sokan, tek adamın iki dudağından çıkmadıkça enkaz bile kaldıramayan, medyayı, güvenliği, yargıyı kuşatmış hastalıklı bir sultanlık rejimini oylayacağız.
Tam da bu esnada… Tribünlerde bağıran çocukların korkusuzluğunu, dirayetini taşımayan, el ele yardım için koşanların vatanseverliğini hissetmeyen sözde milliyetçiler her zamanki derin kodlarıyla yine ortaya çıkıverdiler. “Biz neyle uğraşıyoruz siz nelerle” dedirttiler. En kötüsü de halkımızın kazanma umudunun üzerine çöktüler.
Şimdi bugüne kadar kullanmadığım bir dille sadece gazete okurlarına değil, herkese seslenmek istiyorum. Kime ulaşabilirse artık…
Acılı, yalnız, kimsesiz hisseden halkımız… Çevrenize bir bakın. Bugüne kadar radikal gördükleriniz, marjinal zannettikleriniz, “aşırı” bulduklarınız; bugün yanınızda çorbayı kaynatan, enkazı kaldıran, memleketi için kendini öne çıkarmadan bir taşı kaldıran solcular devrimcilerdir.
Cumhuriyetimizin 100. yılında siyasetin, memleketin düşünme kodlarını değiştirecek, rekabeti değil dayanışmayı, itaati değil özgürlüğü, menfaati değil adaleti öne alacak yeni bir sayfaya ihtiyaç var.
“Aşırı” denen fikirler bugün tam da siyasetin merkezine gelmelidir. Piyasa yerine plan, hurafe yerine bilim, patronun çıkarı yerine emekçinin hakkı, “ben yaptım oldu” yerine denetim, “ben” yerine biz…
Biz kim miyiz? Biz sosyalistiz. Masalar dağılsa da, dayanışma masamıza bekleriz.