Ekmeğin ve umudun düşlerini dokuyor tezgâhlar. Bir ülke, zulmü, acıyı yurt edinmiş bir ülke, kenetlenmiş. Çünkü öfke yüzlere yerleşmiş, umut gibi yeşermiş. Umut ve öfke nasıl birleşir aynı yüzde. Yüzlerimiz umuda ve öfkeye yerleşmiş. Ayağa kalktıkça büyüyen bir insanın gölgesi gibi umut. Bekliyoruz hesaplaşma zamanını. Ellerimiz acıyor. Kömür ocaklarında. Metal tezgâhlarında. Tersanelerde. Hastanelerde. Ofislerde. Bir çöpçünün terlemiş avuçlarında. Ellerimiz acıyor.

Bir iş cinayetinden, devlet destekli çetelerin sokakta işlediği cinayetlerden, yanı başımızda karanlığın ölümle, işkenceyle, tecavüzle yürüyüşünden, üstüne bomba yağan çocukların gözlerinden, soluğu ölüm olan bir işçinin zehirlenmesinden gazla, üst üste istif edildiğimiz toplu ulaşım araçlarından, acı çığlığından kesilen zeytin ağaçlarının, para için akışına ket vurulan derelerin, köprülerle, otoyollarla, beton bloklarla yok edilen kentlerin nefesinden, öldürülen kadınların hayatı var eden bedenlerinden, birilerinin serveti katlanırken borç batağına saplanan çaresizliğimizden, silah yüklü kamyonların utancından öfkemiz büyüyor. Ellerimiz acıyor. Ellerimiz kanıyor.

Ve biz giderek daha çok dokunuyoruz birbirimizin yüreklerine. Acılarımıza daha çok bakıyoruz. Öfkemiz büyüyor.

Biz olmak nedir? Acılarımızı hissetmek değil mi? ‘Biz olalım’ diyor bir ses. Bu ülke acılarını başkalarından gizleyenlerin ülkesi hâlbuki. Başkasının acısına sırtını dönenlerin ülkesi. Şimdi yaralarını gösteriyor herkes birbirine.

Umut ve öfke yerleşiyor yüzlerimize.

Yarın seçim var. Ellerimiz acıyor. Ellerimiz öfkeli. Kendi kişisel ihtiraslarını, çıkarlarını her şeyin üstüne, doğanın, insanın ve hayatın üzerine koyan, kanla, kinle, bir vampir gibi sömürdüğü emeğimizle beslenen bir iktidarın açtığı yaralarımız var bizim.

Biz varız
Ve en yaralı olanımız, en canı yananımız diyor ki içimizden, biz varız!

Bir başlangıç türküsü gibi bu çağrı tüm ezilenlere.

Yarın seçim var. Yalanın seçimi. Apoletleri kendinden büyük generallerin egemenlere hediyesi olan barajların üzerine yükselen adaletsizliğin seçimi.

Yarın seçim var. Bu seçim, barajın üzerine inşa edilen bu yalan düzenin de referandumu.

Sandıklara gideceğiz yarın. Sandıktan sonrası için. 10’dan sonrası için. Öfkemiz ve umudumuz için. Bu ülkenin işçileri, emekçileri, ezilen halkları, yoksulları, kadınları, ötekileri, işsizleri, ama herkes, Türkü, Kürdü, Alevisi, Sunnisi savaş kışkırtıcılığına, emeğin sömürüsüne, doğanın tahribine, kadın cinayetlerine karşı yeter diyeceğiz!

Ve biliyorum ki ‘Bizler meclise’ çağrısı, sokağın çağrısıdır. Acıyan ellerimizin çağrısıdır.

Ve biliyorum ki sonucu ne olursa olsun öfkemizi sandıklara gömmeyeceğiz o net. Mevzu sandıkla bitmeyecek o da net.

Nazım, ‘ellerinize ve yalana dair’ şiirinde söyle der: “meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa/ yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı/ söz yalan söylüyorsa/ ses yalan söylüyorsa/ ellerinizden geçinen /ve ellerinizden başka her şey /herkes yalan söylüyorsa/elleriniz balçık gibi itaatli/elleriniz karanlık gibi kör/elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun/elleriniz isyan etmesin diyedir/Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız/bu ölümlü, bu yaşanası dünyada /bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir”

O zaman acıyan ellerimizden ve öfkemizden başka güveneceğimiz başka bir şey yok. Daha büyük bir umudun, kavganın, sevdanın, ‘gündüzleri işsiz kalınmayan, geceleri aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri’nin yolunu açmak için güveneceğimiz tek şey acıyan ellerimiz.

Ellerimiz umuda ve öfkeye gidecek yarın! Benim oyum ‘bizlere’ olacak en ezilen yerinden kalbimin.

Sonra, ‘sonrası iyilik güzellik’ diyeceğimiz günlere giden bir yol olsun. Hazirana giden bir yol olsun. Çünkü haziran bir mevsimin değil bir düşün ismidir artık bu ülkede.