Son 2 hafta olduğu gibi 2014 Dünya Kupası’nın dikkat çektiği noktalara değinmeyi sürdürüyoruz.

 

Son 2 hafta olduğu gibi 2014 Dünya Kupası’nın dikkat çektiği noktalara değinmeyi sürdürüyoruz.

Verimlilik farkı: 2. turda birbirine yakın karakterde birkaç maç seyrettik. Favorilerin kendilerinden beklenen oranda maça ağırlığını koyamadığı, maçın başındaki savunma disiplinleriyle ilk yarıyı geriye düşmeden kapatan rakiplerinin giderek dirençlerini artırdığı ve zaman zaman ani ataklarla gol aradıkları maçlar. Brezilya, Fransa, Almanya ve Arjantin bu tür maçların sonucunda bir üst tura yükseldiler. Meksika bu 4 takımın rakibinden daha fazlasını yaptı ve neredeyse amacına ulaşıyordu, ama Arjen Robben’in dahi itiraf ettiği bir haksız penaltı ile evine dönmek zorunda kaldı. Şili, Nijerya, Cezayir ve İsviçre’nin problemi ise aynıydı. Rakip yarı sahanın ortasından, rakip kale sahasına kadar olan bölgedeki (buna bazı yorumcular 3. bölge diyor) verimsiz atakları, yanlış pas ve şut seçimleri ile gereksiz telaşları. Yoksa oraya kadar topu getirme konusunda pek bir sorunları yoktu. Turnuvada büyük-küçük takım ayrımını yapan da bu ufak farklılıklar oluyor. Bu konuda daha yetenekli olan Kosta Rika ise kendisinden daha büyük çapta 4 rakibini sırayla geçerek çeyrek finale kadar geldi. Örneğin Bryan Ruiz’in Yunanistan maçında yaptığı gol vuruşu, 2. turda havlu atan yukarıdaki 4 takımın en büyük eksikliklerindendi.

Avrupa dışı kaleciler: Güney Amerikalı file bekçileri Claudio Bravo, David Ospina, Guillermo Ochoa, Keylor Navas ile Afrikalı Vincent Enyeama ve Raïs M'Bolhi 2. tur maçlarında harika performanslar gösterdiler. Öyle ki M’Bolhi ve Ochoa, takımlarının turnuvaya veda ettikleri mücadelelerde maçın adamı ödülünü aldılar. Bunlardan Ochoa ve Ospina şu anda boştalar. Navas Levante’de, Enyeama Lille’de, M’Bolhi de CSKA Sofya’da forma giyiyor. Bravo, turnuva devam ederken Real Sociedad’dan Barcelona’ya transfer oldu. Yani forma giydikleri takımlar da Avrupa’nın 1. sınıf takımları değiller. Manuel Neuer’in, stoper-kaleci açılımına duyduğumuz saygı ve hayranlık bir yana, bu adamlara da övgüyü göndermek gerekiyor. Örneğin ligimizin en iyi kalecisi olarak gösterilen Fernando Muslera, yukarıdaki isimlerin yanında oldukça geride kaldı.

James Rodriguez: Geçen hafta da biraz bahsetmiştik. Futbol tarihi bu tür ulusal takım turnuvalarında parlayıp bazen performansını sürdüren bazen de o 30 gün kariyerinin peri masalını sığdıran oyuncularla dolu. Rodriguez zaten 19 yaşında transfer olduğu Porto’da ilgiyi toplamış ve Monaco’nun transferine 45 milyon avro ödediği bir oyuncuydu. Yani onun çıkışı, örneğin 1990’daki Salvatore Schillaci veya 1998’deki Thierry Henry gibi olmadı. Ama başarı kriteri Falcao’nun varlığına (ya da yokluğuna) bağlanan Kolombiya’yı turnuvanın hali hazırda en iyi takımı haline getirdi. Tek bir tereddüt var, henüz turnuva favorisi üst düzey bir takımla oynamadılar. Brezilya maçı onların gerçekten kupaya kadar uzanacak güçte olup olmadıkları hakkında bilgi verecek.

Dinamizm ve klasik forvetin ölümü: Klasik 10 numaraların sahneden çekilişi 20 yıl önce başlamıştı. Artık klasik 9’lar da yavaş yavaş müsaade istiyor. Futbol takımları sahte 9 ve sahte 10’larla dolu. Gol krallığı listesinin tepesindeki 5 gollü Rodriguez ile 4’er gollü Messi, Neymar ve Müller klasik bir “golcü” değiller. Hepsi çeşitli terimlerle adlandırabileceğimiz hücum oyuncuları. Öte yandan Higuain, Fred, Giroud gibi hedef adamlar beklenenin çok altında performans gösteriyorlar. Benzema ve Van Persie bu sınıftan gelip 3’er gol atan oyuncular. Teknik adamlar, oyun kontrolünü elinde bulundurmak için sıklıkla ileri ucuna “0” rakamını yazdıkları, orta sahası kalabalık dizilişleri tercih etmeye başladılar.